İçinde bulunduğumuz süreçte, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin PKK lideri A. Öcalan’a 22 Ekim 2024 tarihinde yaptığı çağrı ile PKK ve A. Öcalan’a karşı devlet değerler dizisinde çok radikal değişimler yaşanmaya başlanmıştır. A. Öcalan’dan da beklenen karşılık gelmesi, İmralı’ya heyetlerin gidip gelmesi, nihayet KCK’nın 5-7 Mayısta yaptığı 12’nci kongresinde KCK’nın Türkiye ayağı olan PKK’nın silahlı faaliyetlerini durdurduğu ve fesih kararı aldığı 12.05 2025 tarihinde ilan edilmiştir.
KCK’nın aldığı bu karar, CB Erdoğan, D. Bahçeli, DEM Partililer devlet ricali, STK’lar ve kanaat önderlerini memnun ettiği yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır. Ayrıca Bahçeli’nin 22 Ekim’den itibaren Öcalan için ifade ettiği sempatik söylemlerini 12 Mayıstan itibaren ‘PKK önderi!’ diyerek yükseltmesi, A. Öcalan ve DEM Parti eş başkanlarına ayrı ayrı teşekkür etmesi, “40 yıllık Kani, olur mu yani” ya da “kafasına taş düşmüş” dedirtecek cinsten değerlendirmelere tabi tutulmuştur. Tarafların memnuniyetine bakılırsa, Erdoğan’ın o çok bilindik deyimiyle buna “kazan kazan” ilişkisi denilebilir.
12 Mayıs’ta KCK tarafından yapılan fesih açıklaması -birçok anlama gelebilecek muğlaklığı bir yana-, devlet cenahı kısaca buna “Terörsüz Türkiye” derken, DEM Parti, Öcalan ve PKK tarafı “toplumsal barış ve demokratik toplum” söylemini öne çıkarmaktadır. Gerçeğe yakın olan emareler ise Öcalan ve PKK mensuplarının hapisten çıkarılabileceği, her türlü vatandaşlık haklarının verilebileceği izlenimi edinilirken, PKK’nın “toplumsal barış ve demokratik toplum” isteğinin Türkiye’nin reel durumuyla yan yana getirilmesinin çok zor olduğudur.
Konu ile ilgili devlet adına ortaya konulan yeni anlayışın ve bu kapsamda yapıldıysa anlaşmanın detaylarına dar bir kadro dışında fazla kimsenin bilmediği anlaşılmaktadır. Bahçeli ve Erdoğan ile DEM Partililerin şu ana kadar kamuoyuna mal olan açıklamalarından bu projenin küçük aksaklıklara rağmen ısrarla devam ettirilmek istendiğini, olası yol kazalarından Erdoğan ve AK Parti‘yi korumak ve iktidarda kalma süresini artırmak için ortaya çıkabilecek “başarısızlık ihtimalini ve projedeki riskleri” Bahçeli’nin “paratoner” olarak üstlenmiş olduğunu anlıyoruz.
Cevap bekleyen sorular
Bu gelişmeler çerçevesinde devlet ricaline, milletin şahsi manevisine ve aydınlarına! soruyoruz.
– 47 yıldır Öcalan ve PKK örgütüyle azimle mücadele edilirken, ne oldu da şimdi bu “ezeli düşman” dost statüsüne alınıyor? Öcalan ülkenin birlik beraberliğine ve “terörsüz Türkiye” idealine hizmet edeceğine millet inandırılarak, Öcalan taltif ediliyor ve çeşitli payeler verilmeye çalışılıyor?
– PKK tarafı “biz 1993, 1999, 2004 ve 2013’te de ateşkes ilan ettik, terörü bitirelim dedik devlet yanaşmadı” diyor. Şayet böyleyse, Terörsüz Türkiye süreci o günlerde başlatılarak 10 binlerce güvenlik görevlisi, polis ve Mehmetçik ile Türk ve Kürt gençlerinin ölümünün önüne geçilemez miydi?
– O dönemleri de hatırlıyoruz. Şimdi “önder” dedikleri Öcalan’a ‘Bebek Katili, cani’, HADEP ve DEM Partiler ‘terör örgütünün TBMM’deki uzantıları, partileri kapatılsın mallarına el konulsun, bu partileri kapatmayan AYM’de kapatılsın’ diye ortalık inletilmiyor muydu?
– O günlerde, Öcalan ve PKK gerçeği ile yüzbinleri bulmuş şehit ve gazi yakınlarının bugün “Önder Öcalan” gerçekliğiyle karşılaşmalarının doğuracağı psikolojik ve sosyolojik travmalar ne olacaktır?
– Bundan sonra bu tür yani “vatan tehlikede” denilerek milletten beklenen mücadele azmi ve motivasyonu nasıl sağlanacaktır?
– Milletin maddi ve manevi imkanları eğitimden, bilimden bilgiden, ARGE’den, teknolojiden, sağlıktan kısılarak PKK ile mücadeleye harcanmış, ülkeye 47 yıl boyunca olağanüstü bir seferberlik hali yaşatılmış. Sonunda pardon yanlış yapıyoruz, yanlış yoldayız, biz bu meseleyi can vermeden, barış ve demokrasi içinde de çözebiliriz denilmiştir. Bu çok pahalıya mal olan yanlışın hesabını kim verecektir?
– Hani nerede devleti idare edenlerde geleceği okuma? Ön alma? Öngörü sahipliği? Hani nerede derin strateji? Ya da “stratejik derinlik”, derin devlet, devlet adamlığı?
– Önemli bir konuda, çok kısıtlı bilgilerle ve milletten gizli kapaklı yürütülen bu projeleri ve varacağı olası durumları, milletten neden saklıyorsunuz?
– Bu tür durumlarda çoğu zaman yapıldığı gibi komplo teorilerine sarılmak zihnimizin imdadımıza yetişiyor. Bu konuda da; Türk siyasetini dizayn eden legal yapılardan daha çok illegal muktedirlerin etkili olduğunu düşünmek mantık kurgusuna yakın bir gerçeklik olmaz mı?
– Yaşadığımız söz konusu süreçte, kişilerin farklı durumlar arasında çeşitli manevralar yapması aşina ve alışık olduğumuz bir durum olabilir. Ancak, kocaman bir kitle yıllar boyunca keskin ve kemikleşmiş kabullerle şekillendirildikten sora, tersine bir kabulü kısa sürede nasıl kabul ettirebileceksiniz?
– Muktedirlerin gerekli olan zamanlarda toplumun kullanılmasını sağlamak üzere bilinçli olarak zayıf bırakmaları, bilişim, iletişim ve paylaşımlarının evrensel değerlerden kopuk ve dar döngüler içinde tutulması, liderlerin kutsanması ve biat edilmesinin bir inanç niteliğine büründürülmesi gibi bilim dışı ve negatif kültür içinde bırakılmalarıyla açıklanması, bir üst paragrafın cevabı olabilir mi?
…….
Reel ve istenen durum arasındaki mesafe
Ancak burada önemli bir husus olarak,
– Ülkeyi yöneten AK Parti ve Cumhur İttifakı bileşenleri uzun süredir bir vakıa olarak hukuk ve demokrasiden uzaklaşmış durumdadır. Böyle bir reel durumla, Öcalan’ın önerdiği “toplumsal barış ve demokratik toplum” konsepti içinde yer alan kriterler arasında oluşan geniş açıklık nasıl bir araya gelecektir?
– Bu mesafe nasıl bir noktada buluşacaktır?
– Ayrıca, Türk devletinin ve kamuoyunun 50 yıldır terörist ve terörist başı, bebek katili dediği birisinin, ülke yöneticileri ile girdiği pazarlık şartının en temel maddesi, “Toplumsal barış ve Demokratik Toplum” teması olması ve Türkiye’nin demokratikleşmesini istemesi, gerçekçi olabilir mi?
– Öcalan ve PKK, gerçekten böyle bir gerçekliği devlete ve ricaline karşı şart koşarken, ülkenin içinde bulunduğu tartışmalı hukuk ve demokrasi durumunda “demokrasi, hak, hukuk, adalet, özgürlük..” demeye korkan ve en çok ihtiyaç duyulan bu süreçte “neme lazım” diyerek kenara çekilen “elit/aydın!” kitle, tescilli bir terörist başının Türkiye için hem de nitelikli bir demokrasi! istiyor olması, düşünen ve sorumluluk hisseden kişiler ile devlet ricali için “zihinleri yakan” çok garip bir durum oluşturmuyor mu?