Hukukçu Profesör Abdurrahim Karslı, Risale-i Nur’ların siyasete alet edilmesine tepki gösterdi. “Kendilerini Risale-i Nur‘un okuyucusu, hatta temsilcisi gibi gösteren bir kısım zevatın bu eserlerden ifadeler ve örneklerle, hala AKP ve RTE lehine paylaşmalar yapıyorlar” ifadelerini kullanan Karslı, “Çünkü, Risale-i Nur, adalet, hürriyet esasları içinde, Kuran-i usullerle, model insan inşa etme mesleği, gerçek medeniyet ve insaniyeti Kübra davasıdır. Böyle süfli işlere ve insanlara alet olmaz, olamaz!” dedi.
Profesör Karslı’nın “Zaruri ve yıllardır beni rahatsız eden bir açıklama” şeklinde duyurduğu açıklama şu şekilde:
“Kendilerini Risale-i Nur’un okuyucusu, hatta temsilcisi gibi gösteren bir kısım zevat, bu eserlerden ifadeler ve örneklerle, hala AKP ve RTE lehine paylaşmalar yapıyorlar.
Kendi adıma söylüyorum ve şunun bilinmesini isterim ki, bu eserler bir Kuran tefsiri ve yazarının ifadesi ile, bir cemaate, bir gruba bir şahsa değil, “umuma aittir.”
Bediüzzaman, Abdülhamit döneminde Meşrutiyet, Cumhuriyet döneminde ise kendi beyanıyla, mahkeme huzurunda Cumhuriyet taraftarı olduğunu açıkça ifade eder. Çünkü onun düşündüğü ve hayalini kurduğu sistemin asli dört unsuru vardır. Adalet, meşveret, hürriyet ve kanunda inhisarı kuvvet (kuvvetin kanunda olması ve her kesin kanun önünde eşit olması).
Yani onun istediği meşrutiyet veya cumhuriyet, sadece bir isim ve resimden ibaret bir sistem değil, şeriatında esası olan, hürriyet, adalet, meşveret, kanun önünde eşitliğe dayanan gerçek bir idare şeklidir.
İslam hukukun asli kaynaklarından anladığım kadarıyla Kuran bir devlet şekli emretmiyor, adaleti ve hürriyeti emrediyor, Said Nursi de bu esaslardan hareket etmiş.
Devletin temsilcisi ise, İslam hukukuna göre, kanunlara ve kurallara göre insanları idare eden, o insanlardan üstün bir vasfı olmayan, sadece bir hizmetkardır. Allah’ın yer yüzündeki gölgesi, halifesi vs değildir. Mesela Hz Ebubekir kendisinden öncekinin yerine ve onun tabi olduğu esaslara bağlı olarak devleti idare eden, Hz Ömer yine kendisinden önceki Peygamber ve diğer halifeyi örnek alan ve onların yerine geçen manasında halifedir. Yoksa yer yüzünde Allah’ın temsilcisi, gölgesi vs değildir.
Halife yer yüzünde Allah’ın temsilcisi olmayıp, kurallarla bağlı olduğu için kamu kaynaklarında istediği gibi tasarruf edemez, kanun dışı, kural dışı hareket edemez.
Said Nursi, bu esasları nazara aldığı için, Abdülhamit döneminde, eğer halife kurala (sünneti seniyyeye) uyarsa halifemizdir, yoksa “hayduttur” diyor. Zaten devleti, mafyadan, o zamanın deyimiyle haydutluktan ayıran, kanuna bağlı olmasıdır.
‘Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam’ diyor. Özetle İslam’ın esası hürriyet olduğu gibi, hayatın, idarenin, hatta her güzel şeyin temeli de hürriyettir diyor ve bundan asla taviz vermiyor. Bunun bedelini hapishaneye ve hastaneye atılarak ödüyor.
Hal böyle iken, bu eserleri okuyan arkadaşların, bu memlekette artık, adalet ve hukuk tamamen rafa kaldırılmışken, eğitim ve ahlak bu noktaya gelmişken, özetle memleketin durumu ortada iken, hatta kendi içlerinde bir çok kimseye karşı yapıla açık yanlışlıklara, zulümlere rağmen, (mesela Ali Yeşildağ’ın anlattığı mala çökme veya bu camialara ait bir çok insanın da iltisak ve irtibat bahanesiyle tutuklanması ve yıllarca yargılanarak perişan edilmesi olayları gibi) hala “eserlerden atıflarla” RTE ve destekçilerine güzellemeler yazmaları, sadece o bir kaç kişinin, şahsi düşüncesi veya başka hislerin, hallerin değişik tezahürleridir diye bilinmesini isterim.
Bu camiaların tabanları ve müntesiplerinin çoğunluğu asla bunlar gibi düşünmüyor. Bu meselenin daha fazla alet edilmesi ise, gerçek nur talebelerinin vicdanlarını sızlatıyor.
Bu hususların bilinmesini ve bu beyanların, Risale-i Nur okuyan herkesin kalbi kanaatiymiş gibi düşünülmemesini, yine bu eserleri çok okuyan bir insan olarak beyan etmek, vicdani bir mükellefiyettir diye kamuoyuna arz ederim.
Çünkü, Risale-i Nur, adalet, hürriyet esasları içinde, Kuran-i usullerle, model insan inşa etme mesleği, gerçek medeniyet ve insaniyeti Kübra davasıdır. Böyle süfli işlere ve insanlara alet olmaz, olamaz!”