21 Aralık 2024, Cumartesi

EURO 2024’ün kazananı: İspanyol parıltısı

Pazar günkü finalde sonuç ne olursa olsun, EURO 2024 şunu kanıtladı ki, dünya futbolunun zirvesindeki oyunun merkezi hâlâ İspanya.

Kariyerindeki tek lig şampiyonluğunu 1976/77 sezonunda Atletico Madrid’le defansif, hırçın ve mücadeleci yani İspanya’da futbolun kendisinden de eski olan “Furia Española” mitine uygun şekilde kazanan Luis Aragones, bu tarihî demeci verdiğinde rüzgar onun arkasındaydı. İspanya, bir kez daha elemelerin mutlak yıldızı olarak geldiği bir büyük turnuvada, 1998 Fransa Dünya Kupası’nda hayal kırıklığına uğramış ve gruptan çıkamamıştı. Artık bir şeylerin değişmesi gerekiyordu, bunun için de -açıkça böyle söylenmese de- Johann Cruyff ve Barcelona’nın tekniği, zarafeti ve top hakimiyetini ön plana alan “kibar” oyunundan uzaklaşmalı, Diktatör Franco’nun EURO 1964 şampiyonluğu esnasında üzerinde tepindiği, futbola 1920’lerde uyarlanan maçoluk ve milliyetçilikle hercümerç “İspanyol öfkesi”ne dönülmeliydi!

Aragones’in mecburi U dönüşü

O gün, Dünya Kupası hayal kırıklığının da etkisiyle Madrid merkezli medyaya çok cazip gelen bu isyan, 10 yıl içinde tamamen yanlışlanacak ve İspanya tam tersi yönde ilerleyen Barcelona’nın ideolojisiyle tarihin en güçlü ekollerinden birini yaratacaktı. Öyle ki büyük yürüyüşün başladığı 2008 Avrupa Şampiyonası’nda takımın başında yukarıdaki sözlerin sahibi Aragones vardı ve kadro XaviIniestaFabregas gibi La Masia çıkışlı orta sahalar ve David Silva gibi daha sonra Pep Guardiola’nın prensi olacak bir oyun kurucu kanatla tanımlanıyordu. Bu takımın parlaması için Aragones’in “İspanyol öfkesi”ne başvurmasına hiç gerek kalmamıştı. İspanya birçok maçta hem eğlendiriyor hem futbolun nasıl oynanması gerektiğini gösteriyor hem de goller atıyordu. Savunmanın önünde defansif tutucu olarak Marcos Senna’nın varlığı ve Fernando Torres ve David Villa gibi santrforlar, bu zarif 11’in bitiricilik ya da mücadele alanlarında da eksik kalmamasını sağlıyordu. Yani, o dönemin futbolu için muazzam yeniliklerin yanında bir taktik dengeden de bahsedilebilirdi.

Paralel devrim

İspanya aynı yaz, Barcelona’nın Frank Rijkaard’ın yerine Jose Mourinho’yu değil Cruyff’un futbol anlayışına sadık kalacak Pep Guardiola’yı getirmesiyle, Avrupa Şampiyonası zaferiyle kafiyeli yeni bir hükümranlık çağının başlangıcına tanıklık ediyordu. Guardiola’nın takımı akıllı ve teknik orta saha oyuncularıyla topa hükmediyor; oyun kurulumunda kalecisini dahi kullanan, savunma hattını agresif şekilde ileri çıkaran bu sistem Lionel Messi’nin dehasıyla da birleşerek futbolun en gelişmiş hâlinin ne olduğuna dair hiçbir soru işareti bırakmıyordu.

Del Bosque dönemi ve eleştiriler

İspanya, Aragones sonrası yoluna bir Real Madrid efsanesi olan Vicente Del Bosque’yle devam etti. Millî takıma bir yandan Real Madrid dengesi katma görevini üstlenen Del Bosque diğer yandan Barça ekolünü sürdürdü. Ama yol üzerinde İspanya’yı ve futbolunu sıkıcılaştıran şeyler de yaptı. EURO 2012 şampiyonluğu sürecinde Arséne Wenger’in söylediği gibi İspanya için “topa sahip olma” güzel, doğru oyunu oynama ve eğlenmenin dışına çıkıp amacı rakibe fırsat vermeme ve gol yememeye dönüşen muhafazakar bir hâl aldı. Evet, oyuncuların hepsi pas ustasıydı, topu rakibe vermemek için başkalarının “risk” olarak gördüğü şeyleri çok basit şekilde yapabiliyorlardı ama mesele sanki rakibi yormaya ve “1-0’a yatmaya” indirgenmiş gibiydi.

Yine de şu inkar edilemezdi: 2010 Dünya Kupası ve 2012 Avrupa Kupası şampiyonlukları, İspanya’yı üst üste 3 büyük turnuva kazanan, tarihin en dominant millî takımlarından biri yapmıştı. Guardiola’nın Barcelona’da benzer bir oyuncu grubu ve sistemle kazandığı başarılar, tüm dünya futbolunu bu oyunu öğrenmeye, geliştirmeye, onun antitezlerini bulmaya sevk etmişti. Futbolun en ileri aşaması İspanya’da icat edilmişti. Ve bu, oyunun gitgide daha fazla fizik güce, atletizme dayalı hâle geldiği bir çağda Xavi, Iniesta, Fabregas, David Silva gibi minyon, teknik, akıllı oyun kurucuların hâlâ en değerli parçalar olabileceğini kanıtlaması bakımından olumluydu. Kimileri ise üst düzey tekniğe dayalı bu sistemin, en kaliteli takımlar dışında uygulanmasının mümkün olmadığını söylüyor, dahası oyundan atletizmi, driplingi, çalımı, doğaçlamayı, bireysel parıltıyı kopardığını öne sürerek sert eleştirilerde bulunuyordu. Yakın dönemde bu konuda Guardiola’nın eski yardımcısı, 4-2-3-1’in mucidi Juanma Lillo ve Lionel Messi’den benzer çıkışlar geldiğini hatırlatalım.

De la Fuente’nin çözümü

Nitekim İspanya da bu oyun tarzında muhafazakarlaştıkça geriye gitti. Amacın gol ya da eğlenceli futbol değil “topa sahip olma” fetişizmi olarak hissedildiği turnuvalar, aynı zamanda İspanya futbolunun antitezini geliştiren rakiplere karşı bozguna uğranmasına sebebiyet verdi. İspanya hem bitirmekte hem de hücumuna çeşitlilik katmakta sıkıntılar yaşadı. Ta ki bu turnuvaya kadar. Luis de la Fuente’nin 22 yaşındaki Nico Williams’ın eşsiz atletizmi, 16 yaşındaki Lamine Yamal’ın Messivari yeteneği ve Guardiola tedrisatında oyunu bambaşka bir boyuta evrilen Rodri’nin generalliğiyle idare ettiği yeni İspanya, ulusal takımın 15 yıllık bir handikabı aşarak gerektiğinde daha direkt, delici, tahmin edilemez ve yaratıcı olmasını sağladı. İlk maçta Hırvatistan 3-0 mağlup edilirken İspanya’nın EURO 2008’den beri ilk kez topla oynama oranında rakibinin gerisinde kalması ve bunu pek de dert etmemesi çarpıcıydı. 

Dünya futbolunda artık kulüp takımları sahip oldukları muazzam bütçeler, teknik personel ve zaman sayesinde çok daha belirleyici. Ama pazar akşamı finalde kim kazanırsa kazansın EURO 2024’ten bize kalan şu olacak: Futbolun zirvesi hâlâ İspanyolların (bir Hollandalı dâhinin yardımıyla ve merkez üssü Katalonya olacak şekilde) tasarladığı taktikle şekilleniyor. Bu oyunun temeli İspanyol milliyetçilerinin 19. yüzyıldan beri tutunduğu, ulusal kimlik inşa ederken başvurduğu Furia Española’ya değil tekniğe dayanıyor. Guardiola, Busquets, Xavi tipi savunma önü oyun kurucularının en üst aşamasını temsil eden Rodri, Nico Williams ve Lamine Yamal gibi temel parçalar, bu ekolün bir noktada donup kalmadığını, çağa ayak uydurduğunu ve geliştiğini göstermesi bakımından da çok değerli.

  • Bir adım sonrası: İngiltere-İspanya finali 14 Temmuz Pazar günü TSİ 22.00’de Berlin Olimpiyat Stadı’nda oynanacak. Turnuvanın ilk aşamasına oynadığı sıkıcı futbolla damga vuran ancak özellikle Hollanda maçında daha iç açıcı bir performans sergileyen İngiltere, tarihinde ilk kez kendi toprakları dışındaki bir büyük turnuvada final oynayacak. İngiltere, EURO 2020’de de finale yükselmiş ancak İtalya’ya penaltılarla kaybetmişti.

kaynak: APOSTO 2024

önce gerçek
Beğenebilirsiniz
tümü

12 Eylül’de hakimlik, Balyoz’da avukatlık yaptı, bugünkü yargı mesleği bıraktırıyor: Dayanamıyorum!

Ali Fahir Kayacan, 50 yıllık hukuk kariyerinin ardından Türk yargısındaki mevcut durumu sert bir dille eleştirdi. 12 Eylül döneminde idam kararlarına imza atan ve...