Hulusi Akar’ın geçen hafta, küçük çocukların eğitimi bağlamında “Allah’tan korkan kuldan utanan nesiller istiyoruz” anlamında bir söz sarf etmesiyle yoğun bir eleştiri yağmuruna tutulduğunu gördük. Konu çocuklar ve eğitim, eğitimin nasıl ve hangi anlayışla olacağı ile ilgili. Bu konunun çok su götüren tarafı var. Özellikle bizim gibi ülkelerde.
Ülkemiz, toplumsal yapısının bir tarafında Allah inancına karşı olan toplumsal yapılardan, şeriat isteriz adı altında kendini gösteren diğer yapılara kadar, birbirine tahammül sınırları çok azalmış toplum kesimleri mevcut. Ayrıca, sinir uçları sürekli kaşınan bu kesimlerin, aynı zamanda birbirleri ile bir arada yaşamak durumunda kalması, gerilimi artırmakta, böyle olunca da en küçük ve hoş görülebilecek durumlar da bile çok sert tartışmalar ortaya çıkabilmektedir.
Hulusi Akar’ın cümlesinin olumsuz şekli “Allah’tan korkmaz kuldan utanmaz” sözü bilindiği gibi Türk toplumunda çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu söz, hak hukuk tanımayan, kötülük yapmaktan korkmayan, haram helal hassasiyeti olmayan en önemlisi de tüm bu yaptıklarının hesabını bir gün Allah’a nasıl vereceğini aklına getirmeyen ve umursamayan, ayrıca toplumun sosyal değerlerine, gelenek göreneklerine aldırış etmeyen kişiler için kullanılmaktadır.
Sarf edilen söze istinaden Allah’tan korkmaya dayalı bir inanç anlayışı ile günümüz eğitim anlayışının şekillendirilip şekillendirilemeyeceği kapsamında dönüp dolaştığını gördük. Biz bu genel tartışmaların biraz dışında Hulusi Akar’ın devlette ve toplumda icra ettiği fonksiyonu ile sarf ettiği söz arasında bir illiyet var mı yok mu? Onun üzerinde duracağız.
Yukarıda izah edilen ve ele alacağımız konu bağlamında Hulusi Akar’ın sözü genel olarak doğrudur. Yani, insan yaptıklarının hesabını bir gün Allah’a verecektir. Dolayısı ile yaptıklarının hesabını verememekten korkmalıdır. Aynı zamanda bu insan gelenek, görenek, adabı muaşeret, komşuluk, arkadaşlık gibi sosyal realitelerle de uyumlu ve barışık yaşamalıdır. Yani insan “Allah’tan korkan, kuldan utanan” bir kişi olmalıdır. Zaten Hulusi Akar’da bunu söylüyor. Bu söz yalın haliyle ve yalın anlamıyla doğrudur.
Hulusi Akar bilindiği gibi; 12 Eylül 1980 askeri darbesine ütgm. olarak katılmış, 28 Şubat 1997 post modern darbesinde Gen.Kur.Bşk. İsmail Hakkı Karadayı’nın özel kalem müdürlüğünü yapmış. En son 15 Temmuz darbe teşebbüsünü ordunun başında Genel Kurmay Başkanı konumunda halen çok net olmayan muhtelif ifadeler ve rivayetlerle örgülü olarak yaşamış ve atlatmış bir askerdir. 15 Temmuzdaki zafiyetleri için CB Erdoğan’ın kendisi ve MİT Başkanı Hakan Fidan için söylediği “dere geçilirken at değiştirilmez” sözüne rağmen, H.Akar daha sonra uzatmalı Genel Kurmay başkanlığından sonra MSB olmuş, halen AK Parti grubunda milletvekilliği yapmaktadır.
15 Temmuz, er, uzman, öğrenci, kursiyer Astsb. Tğm. Sb. gibi binlerce TSK alt kademe “emir kulu” personelinin tutuklandığı, yargılamalarda iç hizmet kanunu, askerliğin diğer mevzuatları ve katı hiyerarşik yapısı dikkate alınmadan en ağır hükümlerin verildiği bir vakıadır. Bu hukuksuz durumu en iyi bilen Hulusi Akar’dır. Elbette aynı durumda ve mağdur olan olan üst rütbeli subaylarda söz konusudur. Bu hadise dolayısı ile ordudan tasfiye edilen generallerin %40’ı 130 kişi, mevcut kurmay subayların %80’inden fazlası, subay astsubayların tasfiye edilenlerin sayısı ise 40 binden fazladır. Yani Hulusi Akar’ın başında bulunduğu ordu neredeyse tasfiye edilmiştir.
Yine bu hadiseye bağlı olarak, devlet kadrolarında ve özel teşebbüste çalışanlardan yüzbinlerce insan işinden atılmış ve terör örgütü üyeliğinden yargılanmış ve ağır cezalar verilmiştir. Soruşturmalardan geçirilenlerin sayısı milyonlarca vatandaşı kapsamaktadır.
Hulusi Akar genç bir üsteğmen olarak 12 Eylül askeri darbesine katılırken, elbette o rütbede darbe yapma iradesi de yokken bir “emir kulu” olarak komutanlarının emrini yapmak durumunda kalmıştır. Devamında Allah sağlık vermiş, yolunu açmış askerlik hayatı devam etmiş ve Genel Kurmay başkanı olmuştur. Kendisinin ordunun başında bulunduğu 15 Temmuz darbe teşebbüsü dolayısı ile 3 günlük erinden, öğrencisinden, kursiyerinden darbe günü sabaha kadar birlikte teşriki mesai yaptığı arkadaşlarına kadar binlerce kişi darbeci nitelemesi ile en ağır cezalara mahkum edilmiştir. Tüm bunlar olurken Hulusi Akar’ın 12 Eylül Askeri darbesinde bir ütgm. Olduğu ve bu hadiseden dolayı ordunun en üst komutanlıklarında bulunan sadece 5 kişinin yargılandığı aklına gelmiş midir? Bilmiyoruz.
TSK personelinin neredeyse tümünde, amir ve ast arasında astın çalışkanlığına dayalı verilen takdir ve teşekkür belgelerinde bile terör örgütü üyeliğine dair emareler aranırken, Hulusi Akar’ın Harp Akademilerinde komutan olarak Kurmay subayların yetiştirmesi ve bu subayların geneline yakınının darbeci veya terör örgütü üyesi olarak tutuklanarak ceza alması. KK.Komutanı, Gn.Kur.Bşk. gibi üst komutanlıklarda uzun seneler görev yapması dolayısı ile general terfilerinde iradesinin önemli bir payının olması ve o generallerin yine önemli bir kısmının aynı gerekçelerle tasfiye edilmesi ile ilgili sorumluluğunun olup olmadığının sistem tarafından sorgulanmadığını biliyoruz.
Merak ettiğimiz, kendi vicdanın kendisine bu konuda ne söylediğidir. Onu da doğrudan bilme imkanımız yok, kendisi İle Allah arasında. Ancak bu konuda ikinci dereceden emarelerle bir kanaate veya hükme varabiliriz. Bilindiği gibi, insan vicdanı ile davranışları arasında doğrusal bir ilişkinin olduğu hep söylenir ve ha keza doğrudur. Hulusi Akar’ın başında bulunduğu ordunun subay ve astsubayları hiç olmadık emarelerle terör örgütüne “irtibat ve iltisak” denilere tasfiye edilirken, o ordunun Komutanı(Hulusi Akar) o kadar bariz bir şekilde irtibat ve iltisak reel durumunun içinde yer almış olmasına rağmen, ordunun iddia edilen duruma gelmesinde hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi davranması, vicdanının nasıl çalıştığı ve duyduğu Allah korkusu hakkında vatandaşlar tarafından endişe edilecek kadar kaygı duyulmasına yol açmaktadır.
Bizim bu gelişmelerle ilgili yorumumuz; birçok önemli konularda birlikte hareket eden AK Parti grubu ve kadroları ile Atatürkçü ve Ulusalcı kadrolar ve sosyal kesimler, içinde yer aldığımız şu günlerde ciddi bir ayrışma sürecine girmiştir. Hulusi Akar’ın bu sözü edilen gruplarla oldum olası mesafeli olduğu zaten bilinmektedir. 15 Temmuz Hadisesi dolayısıyla yakınlaşmaları proje(Bin A.Yıldırım) bazlı taktiksel bir durum olduğunu göstermektedir. Bu hadise dolayısı ile Hulusi Akar’ın çok su götürür tartışmalı durumu kamuoyunda her gün biraz daha fazla konuşulur hale gelmekle birlikte, zaten kendi ifadelerinden de resmi söylemin dışında, çok daha farklı durumların yaşanmış olabileceğinin ipuçlarını yani emarelerini kendisi belli etmeye başlamıştır.
Ancak, her şeye rağmen Hulusi Akar özellikle 15 Temmuz’la ilgili resmi söylemde yer alan pozisyonunu sürdürmek zorundadır. Zayıflayan resmi konumunu ikmal etmek için toplumsal desteğe ihtiyacı vardır. Aradığı toplumsal desteği çok kolay bir şekilde muhafazakar camiadan bulabileceğini düşünmüş olmalıdır ki, o camianın zihinsel kodlarıyla örtüşecek, hatta “damardan” girecek bir argümanla işe başlamış gibi gözüküyor.
4-8 yaş grubundaki çocuklara, nasıl bir eğitim ve konusu verileceğini eğitimcilerin işi diyerek bir kenara bırakmıştık. Yazının içindeki bir cümleyi tekrar ederek bu yazıyı sonlandıralım. “Hulusi Akar’ın sözü bizce de doğrudur. Yani, insan yaptıklarının hesabını bir gün Allah’a verecektir. Dolayısı ile bu hesabı verememekten korkmalıdır. Aynı zamanda insan gelenek, görenek, adabı muaşeret, komşuluk, arkadaşlık gibi sosyal realitelerle de uyumlu ve barışık yaşamalıdır. Yaşamadığı zaman toplum tarafından ayıplanacağını ve kınanacağını bilmelidir. Yani insan “Allah’tan korkan, kuldan utanan” bir kişi olmalıdır.
Zaten Hulusi Akar’da bunu söylüyor. Söylemi doğrudur, toplumun önemli bir kesimi tarafından da kabul görür bunda bir problem yok. Peki sorun ne? Sorun Hulusi Akar’ın söylemleriyle, ortaya koyduğu davranış ve eylemleri arasındaki derin farklılıkların bulunmasından kaynaklanıyor olsa gerek.