En son 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünde TSK’nın başında Genelkurmay Başkanı olarak bulunan (E) Orgeneral Hulusi Akar’ı, 15 Temmuz’un 8’nci yıldönümü dolayısı ile Habertürk TV de M. Akif Ersoy’un “15 Temmuz Özel” programında verdiği bir röportajda izledik. Bir önceki yazımızda “Arafta Bir Paşa Hulusi Akar (1)” başlığı ile bu programda Hulusi Akar’a daha nitelikli sorular sorulabilecekken sorul-a-mayan sorulardan bahisle söz konusu gazetecinin de “arafta” kalmış olabileceğini belirtmiştik.
Bilindiği gibi “Araf” iki durum arasında kalmak anlamındadır. Burada gazeteci için arafta kalmak; gazetecilik mesleği, etiği, bilgisi ve yeteneği ile gazetecilik yapma ile çeşitli nedenlerle gazetecilik yapamama veya gazetecilik adı altında başka bir şey yapma hali arasında kalma durumudur. Bunu kendisi de biliyor olabilir ve bu “araf” konumuna da razı olmuşta olabilir.
Yazımızın asıl konusu olan Hulusi Akar, birinci bölümde yönelttiğimiz soruların ve benzer nitelikte daha birçok sorunun muhatabıdır. Biz soruları açıkça kendisine yöneltmesek te veya hiçbir şekilde kendisine soru yöneltilmese de Hulusi Akar kendisi hakkında özellikle 15 Temmuzla ilgili bir takım soruları cevaplandırmak durumunda olduğunu bilmemesi mümkün değildir. Aradan geçen 8 yıla rağmen bu ve benzeri sorular bu zamana kadar kendisine açıkça sorulmamış olabilir. 15 Temmuz’un gerekleri olarak belki bundan sonra uzun bir süre daha soru sorul-a-mayacak olabilir. Ancak kamuoyunda ve çeşitli mecralarda gıyabında en çok sorulan bu sorulara Hulusi Akar kendisi açıkça cevap vermediği için, vatandaşlar sordukları soruların cevabını Hulusi Akar adına kendileri vermeye çalışmakta, dolayısı ile Hulusi Akar’ın kendisi bu tutumuyla birtakım spekülasyonların üretilmesine elverişli bir zemin oluşturduğunu da bilmesi gerekir.
TSK mevzuatına göre, bir subay hangi seviyede bir komutan olursa olsun, kendinin ve sorumlu olduğu birliğinin görev tanımları içinde dolaylı görevler dahil “yaptığı ve yap-a-madığı” tüm işlerden sorumludur. Gördüğümüz kadarıyla Hulusi Akar’da bu çerçevede görev yapmıştır. Bu çerçevede ast birlik komutanlarından görev yapmalarını istemiş ve görev yapmalarını da sağlamıştır. Biz böyle biliyorduk Hulusi Akar’ı ve komutanlık vasıflarını. Ta ki, 15 Temmuz 2016 da gerçekleşen darbe teşebbüsüne kadar.
Bir kere, 15 Temmuzda darbe gelişmelerini darbe iyice belirgin hale geldikten sonra bile ilgili kurum amirlerinin dolayısıyla H.Akar’ın CB’nına haber vermediği, CB’nın açık ifadesiyle “darbe haberini eniştemden aldım..” demesi, CB’nın hakkında ve kamuoyu önünde “dere geçilirken at değiştirilmez” sözlü değerlendirmesine maruz kalan birisi olarak, bu durumlarda gösterilmesi gereken duyarlılığı ve sorumluluğu yerine getirmemiş, tüm bu durumlara duyarsız ve tepkisiz kalmıştır.
Darbeyi önleme konusunda aldığı ve almadığı tedbirler başta “uçaklar dahil tüm hava araçlarının uçuşlarının yasaklanması…” “hiçbir birlik ve personel kışlasından çıkmayacak…” gibi emirler vermeyerek ortaya çıkan krizi yönet-e-memesi başta askerler (Ahmet Yavuz, Zekeriya Aksakal), tarafından tartışılan, eleştirilerin yoğunluğu bir komutanlık zafiyeti olduğu noktasında toplandığı görülmüştür.
Genelkurmay karargahında ve Akıncı kışlasında bulunup ta tutuklanan generallerin hiç birisi Hulusi Akar hakkında ayrıntılı ve onu suçlayıcı ifadelerde bulunmamıştır. Bu durumu G.Ş. Sönmezateş, “Hulusi Akar hakkında konuşulmayacak diye emir verildi…” şeklinde açıklamaktadır.
Hulusi Akar’ın 16 Temmuz sabahı Akıncı kışlasından hangi şartlarda ayrıldığının bilgisini sadece kendisinin verdiği bilgilerden öğreniyoruz. Yani darbecilerle hangi zeminde mutabık olarak ayrıldığını “şartsız şurtsuz teslim olacaklar, hiçbir pazarlık yapılmadı…” şeklindeki açıklamasından ibarettir. Bu durumun darbecilerin “darbeci” olma mantığına ve realitesine çok uygun düşmediği ortadadır. Ayrıca, o gün en yakınında bulunan generaller Mehmet Dişli, Mehmet Partigöç’ün de bu konuda suskun kalmaları anlaşılması zor bir durum olmakla birlikte Hulusi Akar’ın merkezinde olduğu çeşitli spekülasyonlara neden olmaktadır. Yine bu kapsamda başta birçok general olmak üzere Mehmet Partigöç’ün Genelkurmay’da olup bitenleri anlatma yerine suskun kalarak “bizi buraya kim soktu ise o çıkaracak…” gibi gizemli ve anlamsız açıklamayla yetinmesi ve hapisten çıkabilmeyi o kişi kimse ona bağlaması bu konulardaki garipliği ve soru işaretlerini daha da artırmaktadır.
Bilinen bilgiler ışığında ve Hulusi Akar’ın ifadeleri arasında Tümg. Mehmet Dişli’nin 15 Temmuz akşamı Hulusi Akar’a “taburlar, tugaylar hareket etti..başımıza geç..” diyerek darbe teşebbüsünü tebliğ etmesi; Hulusi Akar’a yakınlığı, bu yakınlık içerisinde Hulusi Akar’ın kendisine “kalbim” demesi, uzun yıllar birlikte çalışması ve yanında tutması gibi yakınlığı ne olursa olsun normal değildir. Mehmet Dişli’nin sanki günlük bir ilişki normalliğinde Hulusi Akar’a “başımıza geç” teklifinin arkasındaki olgu ne olabilir? Yine, anayasaya, yasalara ve ahlaka ters bu teklife rağmen Hulusi Akar’ın Mehmet Dişli ile birlikte helikopterle Akıncı kışlasına gitmesi, sabaha kadar en yakın konumunda bulunması ve adeta sekreterliğini yapması, onun adına onlarca telefon görüşmesi yapması…, 16 Temmuz sabahı Başbakanlığa birlikte gelmesi ve Dişlinin burada saat 16.00’ya kadar çalışması, kendi ifadesiyle 40’tan fazla telefonla görüşmesi normal midir? değildir. Hulusi Akar M.Dişli’yi ertesi gün helikopterle yanında başbakanlığa getirmesini “emniyetimi ve koordinemi sağladı ..” şeklinde açıklamaktadır. Kendisine darbe durumunu tebliğ eden açıkça darbeci olduğu aşikar olan darbeci bir generalin kendisi hakkında alacağı emniyete ve adına yapacağı koordinasyonlara.. Hulusi Akar nasıl güvenebildi? Bu durum üzerine çeşitli yorumlar yapılabilir ancak yeterli bilgilerin bulunmadığı şu aşamada yanlışa düşme ihtimali karşısında, sadece bilinen bilgileri aktarmakla yetinmeyi tercih etmek durumundayız.
Hulusi Akar’ın 16 Temmuz sabahı, daha sonra darbecilerin başı olduğu iddiasıyla tutuklanan ve yargılanan Org. Akın Öztürk ile birlikte sabah namazı kılması (Akın Öztürk’ün Ö. F. Gergerlioğlu’na ifadesi)“ ben artık gideyim, daha fazla geç kalırsam sizin için bir şey yapamam..” diye, darbecilere söylediğine dair rivayet, Mehmet Dişli’yi beraberinde başbakanlığa getirerek onu o gün saat 16.00’ya kadar çalıştırması, 17 Temmuzda tutuklanmış Akın Öztürk’ün darbeci olmadığına dair 21 Temmuz tarihli Genelkurmay Başkanlığı basın açıklaması, yine darbe teşebbüsünün ilk günlerinde “darbeye katılanların sayısının 1500 kişi kadar olduğuna dair Genelkurmay Başkanlığı basın açıklamasının yapılması, zaman ve tarih sırasına göre yan yana getirildiğinde, Hulusi Akar’ın darbe ve darbeye katılanların sınırını daha ilk günlerden itibaren objektif olarak yani olduğu gibi çizmeye çalıştığı görülmektedir.
Ancak sonraki gelişmeler bu durumun çok ötesinde Hulusi Akar’ın da tahmin ve tahayyülünün ötesinde bir gelişme ve hal almıştır. Bu 15 Temmuz ve devamındaki durumun ne olduğunu ve boyutlarını az çok anlamak için, Numan Kurtulmuş (hukuk içinde kalsaydık yapamazdık…), Binali Yıldırım(en sevmediğim proje..), Doğu Perinçek(yargı siyasetin köpeğidir…, Türkiye’de son 50 yılın en iyi adaleti uygulanıyor..), Bekir Bozdağ (KHK’lıların suçsuz olduğunu bizde biliyoruz..) gibi hem AK Partili hem de siyaset ve icranın içinde olan şahısların konuyla ilgili tüm ketumluklarına rağmen kamuoyuna sızan açıklamalarına bakmak lazım.
İlgililerin kırık dökükte olsa yaptıkları bu açıklamaların sahaya yansıması olarak; Hulusi Akar Genelkurmay Başkanlığının sitesine yazdırdığı TSK’dan darbeye katılan er erbaş dahil 1500 kişi ile çerçevelediği darbe teşebbüsü boyutu;50 bin kişinin ordudan atılması ve ağır cezalara çarptırılmasına, TSK’de generallerin yarısına yakını olan 130’u tutuklanmasına, kurmay subayların %85 i ordudan tasfiye edilmesine ve tutuklanmasına, ayrıca bununla da yetinilmeyerek, milyonlarca sivil insan darbecilikle ilişkilendirilerek devletten, sosyal hayattan dışlanarak açlığa ve yokluğa mahkum edilmesine yol açılmıştır. Yüzbinlerce insan ağır cezalarla hapishanelere doldurulmuş, çok sayıda varlıklı insanın mallarına ve iş yerlerine el konulmuş… Tüm bunlar olurken yani başında bulunduğu ordu tasfiye edilirken Hulusi Akar Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı konumunda bir yukarıdaki isimleri sayılan kişilerin amaçlarının paydaşı olmuştur.
Bu büyük tasfiyenin içerisinde, başlarında bulunan komutanlarına itaat etmeyi askerliğin en temel kuralı bilen ve öyle davranan askeri öğrencilerin, kursiyer astsubay ve teğmenlerin, alt rütbeli binlerce personelinde ağır cezalara ve müebbet cezalara maruz bırakılması ayrı bir garabet olarak TSK’da yaşanmıştır. Tüm bu hukuksuzlukları ve ordunun katı hiyerarşik yapısını ve özel kanunlarını dikkate almadan yapılan yargılamaları en iyi bilmesi gereken Hulusi Akar’dır. Hulusi Akar yaşanan bu hukuksuz duruma, tam bir tezatlıkla “yargı en ince ayrıntıları ile gerekeni yaptı…” açıklaması ile darbe teşebbüsünün 8’nci yılında olanlara hala destek vermek durumunda kalması Hulusi Akar için, bir ordu komutanı için hiç istenmeyen çok ayrı ve çok bariz bir ikilem, garabet bir durum olmuştur.
Bu yazının “Arafta Bir Paşa Hulusi Akar” başlığı altında konu ettiğimiz Hulusi Akar analizi ile Hulusi Akar’ın gerçekten çok zor bir dönem yaşadığını görüyoruz. Bu zorluk; 15 Temmuz ve sonrası ile ilgili makulden meşruiyetten, haktan hukuktan yana olan ve vicdanın sesini dinleyen Hulusi Akar ile olayların akışı ve olguların ağırlığı altında kalan, kalmakla kalmayıp bu problemli sürecin önemli ve aksiyoner bir aktörü olmak zorunda olan Hulusi Akar olmasıdır.
Bu süreçte, Hulusi akar mevcut dönemin ve rejimin gücü ile mevcut konumunu sürdürebilmektedir. Ancak, makulden meşruiyetten, adalet ve hukuktan yana olduğunu değerlendirdiğimiz bilinci, sağduyusu ve vicdanının, içinde bulunduğu bu reel durumunu ne kadar tasdik ediyor veya etmiyor, orasını iç dünyasında yaşadığı için bilemiyoruz. Ancak şöyle bir değerlendirme yapabiliriz; sanki Hulusi Akar Paşa hayatında yaptığı en büyük ve en önemli stratejik hatasını sürdürecek ve yanlıştan dönme şansını kendisine vermeyecek gibi.
Ayrıca namaz kılmasından, memleketi Kayseri’de kendi hayrına bir cami yaptırmasından ve birkaç defa haç ve umre ziyareti de yapmış olmasından anlıyoruz ki, inançlı birisidir. Böyle olunca birde asıl öbür/gerçek dünyada, hesap gününde tüm insanlar gibi onu da tüm fiillerinin hesabının sorulacağı başka ve çok ciddi bir durum beklemektedir. Hulusi Akar Paşa’yı asıl huzursuz eden etmenlerden birinin de inancına dayalı bu gerçekliğin olabileceği değerlendirilmektedir.