Sokaklardaki, meydanlardaki gençler kim ve ne istiyor?
Bu çocuklar, bu gençler bizim gençlerimiz, bizim çocuklarımız. Genellikle 15 ile 25 yaş aralığında ki bu öğrenciler AK Parti döneminde doğup, AK Parti döneminde aç kalmış çocuklarımızdır. Anayasal vatandaşlık haklarını kullanarak sokaklara, caddelere, meydanlara çıkıp adaletsizliği, görgüsüzlüğü, hırsızlığı, geri bıraktırılmışlığı, yalanı, kandırılmayı, geleceksizliği protestoyla birlikte isyanlarını da gösterdiler. Son on yıldır bu ülke gençlerden ümidi kesmiş, “Z kuşağı” yakıştırmasıyla egoist, çevre bilinci kaybolmuş, günü birlik yaşayıp gelecek planı yapmayan bir gençlik olarak düşünmüştük. 35 yıllık bir diplomanın siyasete kurban edildiğini gören gençler kendisine yapılmış gibi otoriteyi yönetenlere isyan etti. Gençlerin karşı duruşlarını, diğerinin yanında olduğu algısıyla karıştırılmasın. Gençlerden ümitliyim, gençlere güveniyorum.
AK Parti’nin ilk on yılı
24 yıl önce insanlar ümitlerini yeni kurulmuş, genç dinamik ve sorunların üstesinden gelebilecek bir kadroya güvenmiş, geleceklerini yeni kurulmuş bir partiye bırakmışlardı. Büyük bir hezimetten çıkan ülke kaostan çıkışının AK Parti’de olduğu bilinciyle %34,3’le tek başına hükümet etmesinin yetkisini vermişti. Takip eden seçim dönemlerinde desteği sürekli artırarak %49,5’lara kadar çıkarmış, çalışmalarının karşılığını vermişti. Kararlı duruşla 2002’de aldıkları 3.608 dolar olan kişi başı milli geliri 2013 yılına kadar sürekli artışla 12.582 dolar seviyelerine kadar taşımıştı. Hukuk ve demokrasi adına bu dönemde iyileştirmeler yapıldı, yine aynı süreç içinde Avrupa Birliği uyum yasaları çıkarılarak hızla AB’ye girme çabalarına şahit olduk.
2013’de biz Türk Milleti olarak “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” zannederken bir de ne gördük? Çok güvendiğimiz iktidar partisi verdiğimiz yetkileri illegal bir yapı içerisinde olan ve o dönemde bizlere hizmet hareketi olarak yutturulan daha sonra bir düzenlemeyle adını “FETÖ” Terör örgütü olarak tescillendirilen bir yapıyla paylaşılıyormuş. Bu zamandan sonra ülke gösterge tabloları sürekli dibe vurduğu için, şaşırmış bir durumda olan iktidar ülkeyi yeni bir maceranın içine sokarak bilinmez bir yere doğru götürmeye, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistem” ile ilk on yılda kazandırdığı tüm hak ve imkanları yok sayarak ülke geri geri götürülmeye başlandı.
Uyuşturucu ve hırsızlıkta bir numarayız
Bugün, Dünya endekslerinde övünç duyulacak seviyelerde olmadığımızı üzülerek izlemekteyiz. Yeni açıklanan 2025 Dünya “Basın Özgürlüğü Endeksi’nde” Türkiye 180 ülke sıralamasında maalesef (çok vahim kategorisinde) 159. oldu. İktidarın 2013’de ki açığa çıkan kavgasıyla baş gösteren seçmen destek sıkıntısının çaresini kamu imkanlarının da devreye alınmasıyla tek taraflı basın yapısıyla (havuz medya) oluşturdu. Bu gün muhalefet yapısında olabilen çok az basın kuruluşundan bahsedebilmekteyiz, sesi biraz fazla çıkanlarında akıbetinin gözaltıyla sonuçlandığını örmekteyiz.
Yine nüfusumuzun yaklaşık aynı seviyede olduğunu bildiğimiz Almanya ile Türkiye’nin mahpus sayısını kıyas ettiğimizde Almanya’nın tam altı katı bir mahpusumuzun olduğunu üzülerek görebilmekteyiz. Bu sayı Ak Parti iktidarı devraldığında 60 bin, nüfusumuz da 67 milyon’du. Hapishanelerdeki 405 bin tutuklu ve hükümlü sayısı içinde %65 seviyesinde uyuşturucu ve hırsızlık, %15 yaralama ve %7 seviyelerinde de terör örgüt suçluları geliyor.
Sefalet endeksi en kötü ülkeyiz
Dünya Endeks çalışmalarında Türkiye’nin durumunun hiç de iç açıcı olmadığını görebilmekteyiz. Dünya “Demokrasi Endeksinde” Tam Demokrasi kategorinde ilk iki Norveç ve Yeni Zelenda. Türkiye olarak 167 ülke sıralamasında hibrit rejimle 103. durumdayız. Nüfusunun %99’unun Müslüman olduğu iddia edilen ülkemizde Diyanet’e güven duymayanların oranının %83,3 olması çok vahim, değil mi? “Dünya İslami Yaşam Endeksi’nde” ilk üç, Danimarka, İrlanda ve Hollanda. Müslüman ülke olarak 44. Sırada Malezya, 100. Sırada ise Türkiye var.
Küresel örgütlülük sıralamasında Türkiye Avrupa’da birinci, OECD-2024 Raporunda Türkiye “Yaşam Memnuniyeti, Cinsiyet Eşitsizliği ve Gıdaya erişimde” 41 ülke sıralamasında sonuncu oldu.
Uluslar arası Şeffaflık Örgütü’nün “Yolsuzluk Algı Endeksin’de” Türkiye Zimbabve ve Zambiya gerisinde, 180 ülke sıralamasında 115. Olarak yerini aldı.
Yine Avrupa Birliği Ülkeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye’de yargıya güven %33 oranı ile sıralamanın en sonunda yer bulabildi. Bu oran Danimarka’da yüzde 75, Finlandiya’da yüzde 74.
Dünya “Sefalet Endeksi” sıralamasında dünyanın en kötü 10 ülkesi içinde (Suriye’nin 2. Olduğu) Türkiye olarak 5. Sırada yer aldık.
“Hukukun üstünlüğü Endeksi” de ise Türkiye maalesef 205 ülke sıralamasında 138. İyi haber bizden daha kötü 67 ülkenin bulunmasıdır. Ama şunu da izah etmeliyim ki bu 67 ülkenin 50’sinin adını ben bile ilk defa telafuz ettim.
Değerli dostlar bu çalışmayı moralinizin daha da bozulması için değil, durum fotoğrafı çekip sizlerle paylaşmak istedim. Teşhisi doğru olan sorunun çözümü de isabetli olacaktır.
Türkiye nasıl kurtulur?
İdeal devlet yapısının olmayışı ve kötü yönetilen bir Türkiye gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuzdur. Çözüm ise ideal devlet yapısı tesisi ve sistemin revizyonu için yapısal değişikliklerdir. Devlet yapısında “Hukukun üstünlüğü, demokrasi, güçler ayrılığı, piyasa ekonomisi, liyakat, açıklık, şeffaflık, hesap verilebilirlik, düşünce ve ifade özgürlüğü, gelir dağılımında adalet, hür basın ve güçlü sivil toplum kuruluşlarının ihdası”dır. Bir sistemin daha verimli çalışması ve şoklara karşı daha dayanıklı hale getirilmesi için o sistemin yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Ülkenin bu anlamda acil ihtiyacı yapısal reformların gerçekleştirilmesidir. Bu manada da siyasal, sosyal ve ekonomik yapısal reformların devreye alınması gerekecektir. Siyasal reformlarda acil anayasa değişikliğidir. Bu değişiklik gelişmiş Avrupa ülkeleri standartlarında demokrasi, kişi hak ve özgürlüklerinin güvenceye alınmasının en üst seviyeye çıkarılması, iktidarlara tanınacak olağanüstü hal uygulamalarının “savaş ve zorunlu haller” dışında başvurulmaması. Seçimlerin adil ve güvenilirliğinin sağlanması, seçilenlerin süreyle sınırlandırılması gibi vs. siyasi parti düzenlemelerinin yapılmasıdır. Sosyal reformlar içinde eğitim sisteminin modernleştirilmesi, adalet sisteminin tarafsız ve güvenceli yargıçlar eliyle yerine getirilmesi, güvenli ve hızlı bir yargılama hizmetlerinin yapıldığı bir çalışma düzeni oluşturulmasıdır. Hakim Savcılar Kurulu (HSK) yapısının özerk hale getirilip, siyasetten uzak tutulmalıdır. Ekonomik reformlar içinde en önemlisi %70 seviyesinde olan dolaylı vergilerin oranını ektra-fiskal etkisi ve vergide adalet ilkesiyle gelişmiş ülkelerdeki gibi %25’lere indirilmesidir. Büyümenin ithalata bağımlı yapıdan kurtarılması ve cari açığın düşürülmesi pozisyonuna getirilmesi, bütçenin konjoktürel etkilerden mümkün olduğunca arındırılması gerekecektir. Sosyal Güvenlik ve sağlık alanında gelişmiş ülke standartlarında yeni ve köklü bir düzenlemeye getirmek esas olmalıdır.