Duygu kopması, sosyal ilişkilerde ortak duygu düşünce ve amaç birliğinin kalmaması anlamına gelir. Bu durum herhangi iki kişi arasında vuku bulabileceği gibi, bir aile içinde eşler arasında, çocuklarla anne baba arasında da meydana gelebilir. Sonuçları itibariyle kişilerin birbirinden uzaklaşması başta olmak üzere daha da farklı boyutlara ve birbirine zarar verme noktalarına kadar gidebilir.
Aynı şey, sosyal gruplar arasında da söz konusudur. Ülkemiz bazında Sünniler ve Aleviler arasında, Kürtler ve Türkler arasında, laikler ve dindarlar arasında tarihin değişik dönemlerinde ve süreçlerinde yaşanan ve birçoğunu tarih bilgisinden öğrendiğimiz durumlar yaşanabilir.
Günümüzde, sosyal bünyede yaşanan söz konusu duygusal kopmalar devam eden süreçte daha da küçük ölçeklere doğru kaymaktadır. Geniş Sünni kesim arasında birbirine yabancılaşan birbirini reddeden onlarca anlayış ve grup oluşmuştur. Aynı şey Aleviler, laikler, ulusalcılar, Kemalistler Kürtler ve Türkler bazlı sosyolojiler için de söz konusudur. Bu durumun oluşmasında bu sosyal grupların evrensel bazlı temel değerlerle beslenememesi neden olmaktadır. Hoşgörü, yardımlaşma, saygı, sevgi ikliminin eksikliği ile maalesef siyasi partilerin bu durumdan faydalanmalarının kolaylığı, bu parçalı yapıları kolay oy alma mecraları olarak görmelerinin de etkili olduğu değerlendirilmektedir.
İster fertler arasında olsun ister sosyal topluluklar arasında olsun, duygu kopması durumunun meydana gelmesinde en temel yanlışın, çağın medeni anlayışına ve gereklerine göre problemin çözümüne ait esas ve usullerde yanlış anlayışlara dayalı uygulamalardır.
Yukarıda sayılan ve ülkemizin bir realitesi olan etnik ve dinsel bazlı sosyal grupların birbirinden hatta kendi içlerinde de ayrışmasının ve bir arada yaşamak için gerekli duygusal ortak paydayı kaybetmesinin nedenleri, her birisinin ayrı ayrı incelenmesi ve ders çıkarılması elbette tamir ve onarıma gidilmesi ülkemizin barış ve huzuru için önem arz etmektedir. Bugün biz bu yazıda Devlet Bahçeli’nin bir kere daha kapısını açtığı ancak adını tam olarak koymadığı yeni süreç(?) dolayısı ile Kürtlerde yaşanan duygusal kopmaların nedenlerine ve olası sonuçlarına kısaca dikkat çekeceğiz.
Osmanlı zamanında devlet bölgedeki Kürtlerin ve Türklerin psiko-sosyal, ekonomik ve kültürel hayatlarına karışmamış, bölgede Kürt ve Türk halkları aşiretler halinde uzun yüzyıllar boyunca iç içe yaşamıştır. Cumhuriyet idaresinin uluslaşma projesi kapsamında, laikliğin dine karşı versiyonu Türk ırkçılığına varan milliyetçilik boyutu ile birlikte batı kültürünü benimsetmeye dayalı devrimler başlatılmıştır. Bu durumdan başta Türk ve Kürt dindar sosyal gruplar rahatsızlık duymaya başlamış ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde devrimlere karşı çıkmalar, ayaklanmalara varacak şekilde hareketlenmeler meydana gelmiştir. Başta Kürtlerin bu rahatsızlığını uluslararası güçler elbette değerlendirmek istemişte olabilir. Ayaklanmaların şiddetle bastırılması, istiklal mahkemeleri yargılamaları dindar Kürt ve Türk halklarına mensup sosyal gruplarla devlet arasında mesafelerin ve soğukluğun artmasına, Cumhuriyet tarihinde bir nevi duygusal kopmanın birincisinin yaşanmasına neden olmuştur.
Duygusal kopmanın İkincisi 1980’li yıllardan başlayan ve günümüze kadar devam eden PKK bölücü terör örgütü ile 45 yıldır süren mücadele döneminde yaşanmıştır. Bu dönemde terörle ve teröristle mücadelenin özensiz yapıldığı, suçların şahsiliği yerine toplu cezalandırmaların yapıldığı, yaşın yanında kurunun da yandığı, bu durumdan bölgedeki geniş sosyal kesimlerin rahatsızlık duyduğu ve çeşitli şekillerde mağduriyetler yaşandığı ilgililerce de dile getirilen hususlar olmuştur. PKK’nın Kürtler arasından çıkmış bir terör örgütü görüntüsü altında, asker, polis, öğretmen, memur.. gibi devlet memurlarına kastetmesi devlet varlıklarını yıkıp yakması aynı tutumunu zaman zaman Türkiye’nin geneline yayacak şekilde faaliyet göstermesi de Türk sosyolojisinde Kürtlere karşı benzer duygu durumunun meydana gelmesine yol açtığı söylenebilir.
Kürtlerin belli başlı bu duygusal kopuşlarının üçüncüsü, Erdoğan tarafından 2012 yılında çözüm süreci adı altında başlatılan ve Kürt sosyal gruplarını daha iyi olacaklarına dair belli bir beklentiye sokan ancak 2015 yılında bu amaçla kurulan masanın çeşitli nedenlerle devrilmesiyle bu beklentilere son verildiği süreç ile tekrar etmiştir.
İçinde bulunduğumuz ve 22 Ekim 2024 tarihinde Devlet Bahçelinin TBMM’de partisinin grup toplantısında uzun yıllar boyunca partisinin bilindik klasik Kürt ve PKK politikasını radikal bir şekilde değiştirerek, ortaya koyduğu söylemle dile getirdiği yeni açılım politikası ile yeni bir sürecin başlatıldığı görülmektedir. Başarılı olunmaz ise Kürtlerde dördüncü duygusal kopmaya neden olunacağı açıktır. Böyle bir ihtimal de vardır. Henüz bu açılımın ismi konulmamış olsa da 2012 yılında Erdoğan’ın başlattığı açılımın bir benzeri şeklinde olduğu değerlendirilmektedir. Yalnız bu açılımı fiilen hükümet koalisyonunda yer alan ve Türk milliyetçiliği söylemi ile birinci açılıma karşı çıkan Devlet Bahçeli’nin başlatması hem Kürt kamuoyunda hem de Türk kamuoyunda yeniden yeni ve farklı bir beklentiler ile heyecan dalgasının oluşmasına neden olmuştur. Bu sürecin kamuoyunda bilinenleri çok kısıtlıdır. Neyi ne kadar hedeflediği henüz kamuoyundan saklı tutulmaktadır. Bu durumda nereye varacağını hep birlikte bekleyip göreceğiz.
Şunu önemle belirmek gerekir ki; özellikle Kürt kamuoyunu daha iyileşecekleri konusunda bir beklentiye sokmak sonra da bu beklentilerini boşa çıkarmak her seferinde bu sosyal kesimin duygusal olarak Türkiye ortak payda kavramından ve Türklerden uzaklaşmalarına yol açmaktadır.Yani mahsurlu tarafı en çok bu yönde gelişmektedir. Umarız ki, Bahçeli’nin bu girişiminin başı sonu ve nereye varacağı iyi hesap edilmiş olsun
Erdoğan’ın teşebbüs ettiği birinci çözüm süreci ile birlikte PKK lideri Öcalan’a çözüm süreci boyunca, hatta seçim sathı mahallerinde yardımcı olunmasını çağrıştıran roller verilmişti. Halen Bahçeli’nin de bu minvalde devam etmesi 45 yıldır devleti oyalayan milletin kaynaklarını terörle mücadeleye harcatan 40 bin kişinin katili, bebek katili denilen Öcalan’a meşruiyet sağlamakta, ona bir kurtarıcı rolü verilmesine neden olunmaktadır. Bu durumun ülke kamuoyunda rahatsızlığa yol açtığı ortadadır.
Kürt ve PKK bölücü terör örgütü meselesi son 45 yıldır ülkemizde en çok konuşulan konuların başında gelmektedir. Kürt veya PKK adına dile getirilen taleplerin birçoğu, yani demokratikleşme, temel hak ve hürriyetler, adalet, sosyal adalet, eşitlik, kaynakların adil paylaşımı gibi talepler aslında ülkenin bir bütün olarak genel sorunlarıdır. Yani Kürdün sorunu olduğu kadar Türkün, Alevi’nin, Sünni’nin de temel sorunu halindedir. Dolayısı ile şu konjonktürde Kürt meselesi olarak dile getirilen sorunlarında çözümünü sağlayacak en köklü yaklaşımın, ülkenin demokratikleşmesiyle yani bir zamanlar Erdoğan’ın da en çok dile getirdiği gibi ülkenin ileri demokrasiye geçmesiyle mümkün olacağı değerlendirilmektedir. Yine umarız ki Devlet Bahçeli de, yürüttüğü bu süreçte, bundan sonraki söylemlerinde ileri demokrasiden, adalet, hak ve hukuk, eşitlik, hürriyet, ehliyet, istişare, ortak akıl.. gibi evrensel değerlerden bahisle milletimize yani Türk vatandaşlarına yani ülkemizde yaşayan Türklere, Kürtlere, Alevilere, Sunnilere.. tüm zamanlar için geçerli stratejik bir perspektif sunmuş olsun.