Anneler, eşrefi mahluk içinde ayrı ve ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Annelere verilen sevgi ve şefkat hissi, annelerin hak, hukuk, adalet arayışında güç veren, onların daha merhametli ve daha vicdanlı olmasını dolayısıyla Allaha daha yakın olmasını sağlayan en güçlü duygudur. Allah kadınları ve özellikle anneleri öyle yaratmış.
Uzun süredir Nihal Olçok‘un durumunu düşünürdüm. AK Parti’nin efsane propagandisti algı yönetimi uzmanı Erol Olçok‘un eşi. O gün (15 Temmuz 2016) gecesi Erol Olçok ve oğlu Abdullah Tayyip Olçok boğaz köprüsünde öldürülmüş (boğazı kesilen askerler hariç)33 kişiden ikisiydi.
Erol Olçok AK Parti’de propaganda yöneticisi olmaktan öte bir konumda stratejik düzeyde bilgiye sahip biri gibiydi. Bunu 15 Temmuz öncesi günlerde, 15 Temmuz ve sonrasında yaşanacakları neredeyse tam isabet ettirecek şekilde attığı bir seri tivitten de (daha sonra silindi) anlıyoruz.
Anne Nihal Olçok, o gün boğaz köprüsünde iki oğlundan birini ve ayrılmış olduğu eşini kaybetti. Nihal Olçok oğlunun ve çocuğunun nasıl öldürüldüğüne dair teknik bilgilere elbette sahip. Onları öldüren kurşunların o gün köprüye getirilen askerlerin silahından çıkmadığını da çok iyi biliyor. En zoru da bu olsa gerek. Çünkü çocuğunu ve kocasını öldüren kurşunların maiyeti bilinmeyen başka güçlere ait olduğunu, 8 senedir resmi söylemin ve genelde herkes tarafından, sıralı sırasız her seferde yerli- yersiz söylendiği gibi olmadığını biliyor. Ümmi bir insan ümmi bir Anne gibi kocamı FETÖ’cüler o gün köprüye gelen askerler öldürdü deyip geçemiyor. Vicdanını böyle rahatlatamıyor. Hâkim iradenin doğru dediğine, birçokları gibi doğru kabul edip kulağının üstüne yat-a-mıyor.
Öldürülenin biri canı ciğeri 17 yaşındaki oğlu, diğeri boşanmış bile olsa hayatının önemli bir bölümünü yaşadığı kocası ve çocuklarının babası. Böyle bir annenin gerçeği arama ve haykırma hakkı ve çabası önünde engel olarak kimse duramaz. Böyle bir anne, anneliğin yavrusuna olan şefkat gücünde dağları delecek kadar nitelikte kuvvet vardır.
Benzer durumda olan ve kamuoyunca da çok bilinenlerden “cumartesi anneleri” uzun yıllardır yılmadan usanmadan, Şenyaşarların Emine annesi ve Sevinç Çakır. Sevinç Çakır 8 senedir “darbeci” diye hukuksuz yere tutuklu bulunan “suçsuz günahsız” kursiyer teğmen oğlunun özgürlüğüne kavuşması için her gün engelli diğer çocuğuyla birlikte Adalet Bakanlığı önünde nöbet tutmaktadır. Benzer durumda olan er, kursiyer, asker anneleri de öyle. Devletin kapılarını kapı kapı çalarak çocuklarının masumluğunu, yapılanın hukuksuz ve adaletsiz olduğunu yılmadan usanmadan anlatıyorlar. Annelerin attığı sessiz çığlıkları duyması gerekenlerin kalplerinin taş kesildiği, yaşananlar karşısında taşların çatladığı insanlığın ve vicdanların tefessüh ettiği bir Türkiye’de.
Anne Nihal Olçok’un daha önceki yazılı ve görüntülü beyanlarından, en son Kürsü Tv’nin yaptığı ve iki gün boyunca arka arkaya yayınlanan röportajından verdiği mesajlardan açmazda ve arafta kalan bir anne profili çizdiği söylenebilir. Bu profilde oğlunun katillerinin bulunması konusunda elinden geleni yap-a-mayan bir anne imajı çok belirgin durumda öne çıkmaktadır. Bunu doğrulayacak en önemli emarenin rejimin özellikle 15 Temmuz konusunda kendi çizdiği diskurun kabulleri, doğruları ve amaçları dışına çıkılmamasını isteyen baskısı ile çocuğu ve kocasının öldürülmesi konusunda vakıf olduğu birtakım gerçekler arasında gidip geliyor ve ne tarafa gideceğine karar veremiyor olmasını bariz bir şekilde belli etmesidir.
Diğer anneler her gün yeni bir motivasyonla “hak” mücadelesine girişirken, anne Olçok’un hak ve hukuktan yana olma, araştırma, gerçeğe ulaşma konusundaki motivasyonsuzluğunu ve kendi konumunu ve oğlunun ve kocasının nasıl öldürüldüğü konusunu araf’ta tutma seçeneğine razı olmasını iki güçlü faktör olan gerçekler ve rejimin arasında sıkışıp kalmış olmasıyla açıklanabilir.
Anne Nihal Olçok’un mücadelesini yavaşlatan diğer faktörler olarak; etkin ve baskın sosyolojiler tarafından önemsenmeyi ve kabul görmeyi önemsemesinin, ayrıca kısmen de olsa olaylara ilişkin ön kabullerinin etkili olabileceği değerlendirilmektedir.
Anne Olçok, hadisenin üzerinden geçen 8 yılın ilk yıllarında, kendisiyle yapılmış birçok röportajda kocasının açı’lı bir kurşunla, yani yüksekten, yani köprü kulelerinden açılan bir ateşle öldürüldüğünü iddia ediyor, oğlunun otopsisini ise günü gelince isteyeceğini vs söylüyordu. Kürsü TV’nin yaptığı röportajda bunlara hiç değinmiyor. Bu röportajda konunun özünü kullandığı flu argümanlarla geçiştiriyor. Bir nevi çalıyı etrafından dolaşıyor. Dolaştığıyla da kalmıyor bildiği gerçeklerin hilafına resmi söylemlerin yanında duracak şekilde, “köprüde ölenlerin askerlerin ateşiyle vuku bulduğundan vs.” bahsediyor. Oysa yıllardır “kocam köprü kulelerinden açılan ateşle öldürüldü” diyordu. Ne oldu bu maddi gerçeğe rağmen N.Olçok’u söylem değişikliğine, hakim iradenin yani rejimin resmi söylemlerini benimsemeye zorlayan? Yeni bir maddi gerçek mi ortaya çıktı. Öyle bir şeyde yok.
Anne Olçok için böyle bir değerlendirme hiç yapmak istemezdim. Ancak aradan 8 yıl geçmiş. “Günü gelince oğlumun mezarını açtıracağım…” diyen Anne Olçok daha ne kadar bekleyecek? Daha kaç yıl daha geçmesi gerekiyor?.. Anne Olçok’un bu konuda ilgili kurumlardan bir talepte bulunması çok mu zor? Gerçeğin ne olduğunu şek ve şüphe götürmez bir şekilde gözleriyle görmesinin zamanı hala gelmedi mi?
Mahkemelerin çıkardığı zorluklardan bahsediyor. Elbette doğru söylüyor. Ancak yaşadığı bu zorluğu mahkemeden biliyor gibi yapması, Nihal Olçok’un sahip olduğu bilgi donanımlarla ve gerçeklerin farkında olan birisi olması hasebiyle, gerçeklerle yüzleşmekten kaçması anlamına gelmektedir. Günümüzdeki yargının, icranın/siyasetin bir aracı olmaktan öte bir fonksiyonu olmadığını pek ala kendisi biliyor. O zaman sorunun kaynağı neresi oluyor? Bayan Olçok bunu söylemekten niye imtina ediyor?
Boğaz köprüsüne o gün getirilen askeri öğrencilerin geneli 33 kişiyi öldürmekten, her birisi de 33er defa müebbet istemiyle yargılandılar ve geneli de müebbet ve ağır cezalar aldılar. Anne Olçok, kendi çocuğunun ve kocasının da öldürüldüğü bir olayda bunları bilmiyor olabilir mi? o zaman bu bilginin hilafına “tutuklu kimse kalmadı iki kişi kaldı…” gibi beyanları ne anlama geliyor?
Anne Olçok, hukuk diyor, adalet diyor, vicdan diyor, yüreğini yandığından bahsediyor. Çok haklı. Bunların hepsi çok yerinde, çok güzel ifadeler, acılı bir anneye de çok yakışıyor. Ancak pratikte yapabileceklerine baktığımızda; madem başta kendi kocası kuledeki meçhul bir keskin nişancı tarafından öldürüldüğü aşikâr. Oğlunun otopsisi bile yok. O zaman niye mahkemeye gidip; “Hâkim bey başkalarını bilmem ama bu askeri öğrenciler en azından benim kocamın ve oğlumun katili değiller… Siz o ölen 33 kişiden iki kişi düşün. Onları için iddianamenizi 31’e revize edin de-ye-miyor.
Bu ülkedeki hukuksuzluğun sonucunda 8 senedir ağlayan göz yaşını içine akıtan Anne Olçok gibi, Ayşe Ateş gibi, ancak onlar gibi konuşma imkânı da olmayan yüzbinlerce anne var, baba var kardeş var bacı var, evlat var, çocuk-lar var. Anne Olçok bunlardan habersiz olabilir mi?
Başkalarının acısını, hele bunlar birer anneyse, annelerin acısını empatiyle anlamaya çalışmak anne Olçok’a yakışmaz mı? Başkalarının hukukunun da binlerce annenin gözyaşlarının da hak temelli bir yaklaşımla dinmesini istemek ve dillendirmek, anne Nihal Olçok’a yakışmaz mı?
Anne Olçok çocuğunun ve kocasının öldürüldüğü kanının akıtıldığı bir mahallin bir mekânın, yani boğaz köprüsünün sabahın saat 5-6’sında yıkandığını bilmez mi? “Burayı kim yıkattı? Ne bu acelecilik? Kim olay yerini kararttı?” diye sorması, sorgulaması gerekmez mi? Bu sorgulama işi öncelikle ona düşmez mi?
Binlerce acılı annelerimizden biri de Ayşe Ateş. Hikayesini tüm kamuoyu biliyor. Kocası Sinan Ateş’in öldürülmesine istisnasız tüm kamuoyu tüm Türkiye üzüldü. İşin acı ve dramatik tarafı öldürülmesi işinin içinde ülkü ocakları mensubu kimi ülkücülerin(!) de çok kuvvetli karinelerle yer almış olmasıydı. Ayrıca, mevcut ülkü ocaklarından ve MHP cenahından ve genel merkezinden bir başsağlığı bir taziyede bulunulmaması da çok garip, çok dikkate değer bir durum olmuştu.
Sinan Ateş’in Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı’ndan ayrıldıktan/alındıktan sonra bir süre de MHP Genel Başkan Yardımcısı İsmet Atamanın yanında görev yaptığı biliniyor. Bu görev konumu içinde 15 Temmuz sonrası tutuklanan “MHP’li ve Ülkücü” kimseler için MHP adına referans olunacakların listelerinin hazırlanarak hükümetin ilgili birimlerine verilmesinin de olduğu eşi Ayşe Ateş’in verdiği bilgilerden anlaşıldı. Yani MHP ve Devlet Bahçeli tarafından son derece önemli bir görev için son derece güvenilir birisi olması gerekir ki bu görevle de görevlendirilmiş böyle bir kişi öldürüldü. Bu olaya karışanlar arasında MHP’liler ve ülkücülerin de olduğu söyleniyor ve halen de iddia ediliyor. Olay mahkeme safhasında hep birlikte malum mahkeme safahatının ilk celselerini gördük, nereye varacağını nasıl sonuçlanacağını da göreceğiz.
Sinan Ateş’in iki çocuklu acılı eşi Ayşe Ateş, bu süreçte birçok siyasi lider ve kişilerle görüştü. Mahkeme duruşmalarından önce CB Erdoğan’la da görüştü. CB’dan “Eşi Sinan Ateş’in katillerinin hukuka uygun olarak yargılanması ve gerekli cezaları almaları” konusunda yardım istediğinde bulunduğunu açıklandı.
Polis ve savcılıkça iyi ve yeterli nitelikte sayılabilecek hazırlık soruşturmasının, “esasa ait iddianameye aynı nitelikte yansıtılmadığını, bu durum karşısında şok yaşadıklarını…” Ayşe Ateş ve Avukatı sitem ve öfke dolu açıklamalar yaparak kamuoyuna birkaç defa duyurdular. Yani Ayşe Ateş’in eşinin öldürülmesiyle ilgili beklediği hukuk gerçekleşmeyecek gibiydi. Kamuoyu da mahkemede olanlar karşısında Ayşe Ateş gibi hayretler içinde kalmış ve hayal kırıklığı yaşamıştı.
Sinan Ateş’in durumu yani cinayet durumu maddi gerçekler olarak çok açık ve net sayılabilecek nitelikteydi. Peki, bu açık ve net olan maddi gerçekler yargıya ve hukuka niye yansıtılamıyordu? Bu çelişkili durum da çok net olarak ortadaydı. Ayşe Ateş’te doğal olarak bu garabet duruma tepki gösteriyordu.
Peki tüm bunlara rağmen, Ayşe Ateş’in basına verdiği açıklamaların bir tanesinde söylediği “Sinan Ateş in mahkeme dosyasında yer alan ve gerçeklerden uzak ve yetersizliklerin veya manipülasyonların nedeni hala Türk yargısında kalmış olabilecek Fetö artıkları… “olabilir miydi? Ayşe Ateş böyle bir açıklamayı kendi bilgi, düşünce ve muhakemesiyle yapmış olabilir miydi? Yoksa böyle bir açıklamaya zorlandı mı? Bilemiyoruz. Ancak böyle bir açıklama kamuoyunun gördüğü Ayşe Ateş profili ve Sinan Ateş cinayetinin maddi gerçekleri ile tam bir tezat halinde.
Ayşe Ateş’te Anne Nihal Olçok gibi sanki ikilem içerisinde. O da kocasının hatırını, hakkını hukukunu koruma ve cinayetin arkasında kim varsa o güçlerle karşı gelmeyi göze alma durumunun zorluğu ile şu süreçte önemsenen konumunun kendisine sağladığı avantajlı durum arasında kalmış gibi gözüküyor.
Ayşe Ateş’e sormak lazım; ne yaptığının, kendisine neler yaptırılmak istendiğinin farkında mı acaba? Kocası Sinan Ateş’le ilgili olan biteni gör-e-müyor olabilir mi? Herkese 80 milyona aşikâr olanı Ayşe Ateş göremiyor olabilir mi? Siyaset uğruna siyasetin ve hükümetin devamı uğruna, buna benzer durumlara kimileri “Türkiye’nin âli menfaatleri” de diyor, Sinan Ateş’in kanının yerde kalmasına razı olmak neyin âli menfaatleri olabilir ki? Anne Ayşe Ateş, neyin âli menfaatleri ise onun uğruna senin kocanın hakkı hukuku, senin ve çocuklarının hakkı hukuku ne pazarlığı ise o pazarlıkta terazinin bir kefesine konduğunu sen görmüyor olabilir misin?
Rahmetli Sinan Ateşle ilgili kamuoyunun merak ettiği ve genel mantığın anlamakta zorluk çektiği bir başka durum olarak; bir kere olayın maiyeti ne olursa olsun, çocukluğundan beri hatta anne ve babasından itibaren en az iki kuşaktır içinde yer aldığı bir camia yani MHP ve Ülkücü kuruluşlar olaya bu kadar sessiz, bu kadar bigâne kalabilir mi? Bu kadar görgüsüz ve vicdansız olabilirler mi? Bu durum sadece MHP’nin ve Devlet Bahçeli’nin basit bir kızgınlık hali ile açıklanabilir mi?
Ayşe Ateş bu durumun gerçek maiyetini biliyor olabilir. Devlet Bahçeli ve MHP elbette biliyordur. Ancak kamuoyunda bu soru cevapsız kalmıştır. İlgili taraflardan bu maiyette açıklanan ve sızdırılan bir bilgi de bulunmuyor. Değişik spekülasyonlar var ama, bunlar sadece spekülasyon.
Anne Ayşe Ateş bir ülkücü hanım ise, kamuoyuna elbette sübjektif değerlendirmelerle mal olan Sinan Ateş gibi bir ülkücünün eşi ise ülkücülük değerleri ile mücehhez bir hanımefendi ise gerçekleri açıklamalı, gerçeklerin hilafına eğilip bükülmemelidir.
Anne Nihal Olçok, dik durarak, yani haktan, hukuktan yani gerçek neyse ondan yana durarak, başta boğaz köprüsünde 15 Temmuz’da neler olup bittiği gerçeğinin ortaya çıkmasına önemli bir yardımda bulunabilir. Bu dik duruşuyla diğer 15 Temmuz şehit ailelerinin ve gazilerinin de haktan hukuktan yana tavır almasına ve sağlıklı vicdan muhasebesi yapmalarına öncülük edebilir. Dolayısıyla boğaz köprüsü gibi 15 Temmuz belasının önemli bir ayağının gerçek haliyle ortaya çıkmasına hizmet edebilir. Hala böyle bir fırsat onu beklemektedir.
Anne Ayşe Ateş, kocası Sinan Ateş’le ilgili bildiklerini başta kamuoyuyla elbette yargı mekanizmalarıyla paylaşmalıdır. Bu temel yaklaşımdan hiçbir gerekçeyle vazgeçmemelidir. Eğilip bükülmemelidir. Bu dik duruşuyla, yani haktan hukuktan yana olan tavrıyla bu kuruluşların içinde yuvalanmış bu kuruluşları asli misyonlarından saptırarak başka amaçların aracı gibi kullanmak isteyenlerin karşısında meydanın boş olmadığını gösterecek, kötülüklere karşı önemeli ve örnek bir bariyer olma özelliği ile ülkücülere de en büyük ve gerçekçi hizmeti yapmış olacaktır. Zaten içinde, ortasında tam ortasında adalet, merhamet ve vicdan olmayan bir ülkücülük, ülkücülük değildir. Adı sanı titri ne olursa olsun o başka bir şeydir.
Anneler maiyeti ne olursa olsun geçici ve konjonktürel durumların etkisiyle anne fıtratının hilafına kendilerini ARAFTA kalmaya zorlamamalıdır. Bu bir haksızlıktır. Bu haksızlığı kendilerine bile olsa, yapma hakları yoktur.
Anne, annedir. Bir annenin karşı tarafı beri tarafı olmamalıdır. Hele taraftarlık uğruna dünyalık hesaplar uğruna, sosyal kabuller uğruna, anneliğinden ve hele döktüyse gözyaşından, Allah’ın bahşettiği O’na yakın olma konumundan taviz vermemelidir.