back to top
14 Eylül 2025, Pazar

Bilinmeyeni bilmek!

Dostoyevski, Ölü Evinden Anılar adlı eseriyle, bugüne benzer siyasi gerekçelerle suç yaratma yöntemleri üzerinden farklı bir dünyayı, yani cezaevi yaşamını anlatır. Toplum dışına itilmiş insanların acılarını ve mecburiyetten doğan yeni alışkanlıkları aktarır. İşlenen suç, devlet yönetimini devirmeye yönelik bir suçtur. Sanki bugünü tarif etmiş gibidir. Elbette müneccim değildir yazar ama, geleceğe dair derin hükümler çıkarmıştır. Rus adalet sistemini sert bir şekilde eleştirir. Hapishane yıllarını, rüşvetle dışarı çıkanları gözler önüne serer.

Bunları okuyunca bizde bir benzerlik var mı diye düşündüm. Başka ülkelerden “öğretmen” ya da “suçlu” diyerek insan kaçırmalar, akıbeti bilinmeyen olaylar; görsel basında büyük skandallar olarak yer alırken, bir bakıyorsunuz, Zekeriya Öz ve Adil Öksüz kuş gibi uçurulmuş. Bunları sorgulayan, araştıran ise yok. “Devletim bilir” anlayışı… Bu coğrafyanın kaderi hep böyle mi olacak acaba? Daha neler neler…

Mehmet Akif’in, Mithat Cemal’e yazdığı notta dediği gibi:

“Üç buçuk nazma gömülmüş, koca bir ömür heder!”

Sebebi gizlenen acıların şifası olur mu? Bu meseleler sorgulansa yıllar yetmez. Sazlar aynı, teller aynı; aktörler değişiyor ama adaletsizlik değişmiyor bu coğrafyada. Olayları yaratanlar başka, yazanlar başka, yargılayanlar bambaşka. Bu iktidarın bazı yetkililerinin, Şara ile boy boy fotoğraflarını görünce, “Devlet Baba bilir” deyip düşünmeden inananlara ne denebilir ki?

İnanmak ve anlamak kelimeleri burada çok önemli.

İnanmak masrafsızdır; başkalarının hikâyeleriyle, sahte doğrularla yanlışı sorgusuz kabul etmektir.

Anlamak ise; araştırmak, sorgulamak ve delil ile hareket etmektir. Kaynak, irade ve emek gerektirir; yani masraflıdır.

Tanpınar, “Esaret zinciri dışarıda değil, kafamızdadır. Biz içimizde de dışımızda da hür olamadık.” der.

Ahmaklar ve inananlar, tehlikeyi başlarına geldiğinde anlar; bilginler ve düşünürler ise felaketi gelmeden fark eder ve tedbir alır. Şüphede sınır yoktur; hakikat sınırlara bakar.

Burada tecrübe, sorunlardan çıkış yollarını gösterir. Zaman ve mekâna göre inşa edilir. Bir yandan başkalarının vesayetiyle kötülükler ve adaletsizlikler artarken, iyilikleri ve adaleti artırmayı başaramıyoruz. “Mahalleye göre” suç üretilirken, suçsuz insanlar yok ediliyor ve biz bunu seyrederek seviniyoruz. Suçsuzları da yok sayıyoruz. KHK keyfiliği gibi…

Zulme ortak olunuyor. Keyfiliğin getirdiği yönetim anlayışı, “barış” getireceğiz diyerek suçsuz ve masumları hedef alan cadı avlarını sürdürüyor. Hangi zamanda, kimlerin başına geleceği de belli olmuyor. Siyasal rejimlerin düzgün ya da bozuk işleyişi, yine “mahalleye göre” değişiyor.

Bu yolculuk meşakkatlidir. İnsan tecrübesi, her yeni olayı bir öncekinden çıkarır ve zamanla bir öncekini gölgede bırakır. Öncekinin çöküşüyle yeni bir hayat başlar. Bu hayat — iyi ya da kötü — yaşayanlara uygulanır, gücün konumuna göre. Yeni hayatın düzen arayışı; akıl, bilim, hukuk, demokrasi ve ahlakla yürütülürse kurtuluşa vesile olabilir. Çözümü burada aramak gerekir.

Kendini düzeltmeden başkalarını düzeltemezsin.

Nasîrüddin Tûsî, “İnsan doğası gereği daha aşağı bir varlıktır; ancak iradesi sayesinde tekâmül ederek daha yüksek bir seviyeye ulaşabilir,” der.

Adaletin; aydınlar, askerler, bürokratlar ve üreticiler arasındaki uyumu sağlama gücünü anlatır. Bu uyum sağlanmadığında, “ölü evlerinde” yaşanan anılar hafızalara kazınır. Düzeni ve düzüleni göstermek için…

Bilinmeyeni bilmek, yaşayana aittir.

En zor olanı ise, anlamayana anlatmaktır.

Köşe Yazıları

tümü

Gündem