Dünya kamuoyunda Ortadoğu ve Balkan haritalarının değişeceği 1970-80’li yıllardan itibaren konuşulmaya ve yazılıp çizilmeye başlanmıştı. Türkiye’nin de içinde yer aldığı bölge devletlerinin siyasi sınırlarının değişeceğinden söz edilen BOP Projesi daha çok 2000’li yıllardan itibaren kamuoyunun gündemine girmiştir.
Nitekim bu kapsamda Irak, Libya ve Suriye’nin toprak bütünlüğü parçalanmış, Mısır iç karışıklık ve darbe gibi olaylarla güçsüzleştirilmiş, İsrail tarafından terör bahanesiyle 07 Ekim 2023 tarihinde başlayan Gazze’nin imha edilmesi ve Lübnan’ın da aynı şekilde imhasına devam edilen bir süreç başlatılmıştır. Aynı zamanda İsrail’in İran ile de savaşın eşiğinde bulunuyor olması dünya tarafından dikkatle izlenmektedir.
Bölgede yaşanan gelişmeler BOP kapsamında ise bu projesinin “bölgeye demokrasi ve barış getireceği” şeklinde takdim edilen yüzü şu ana kadar hiç görülmediği gibi, ABD öncülüğünde veya desteğinde orta doğuda özelde İslam dünyasında yaşananların ne demokrasi ile ne de barışla alakası olmadığı gibi, bilakis tamamen orta doğuyu tahrip etme projesi uygulandığı da ortadadır.
Birinci körfez harekatı (1993) ve ikinci körfez harekatı(2003) ile Irak fiilen üçe bölünmüş ve yeni Irak devletinin federal devletler şeklinde uluslararası hukuki statüsü tescil edilmiştir. Aynı şekilde Libya yoğun bombardımanlarla fiilen üç parçaya bölünmüş lideri Kaddafi öldürülmüştür. Suriye’de iç karışıklıklar bahane edilerek 2011 yılında başlayan ABD ve Batı koalisyon güçlerinin yoğun bombardımanları ile ülke Fırat nehrinin doğusu ABD’nin himayesine girecek şekilde fiilen ikiye bölünmüştür. Bu süreçte Suriye’nin geriye kalan kısmı kendini bir daha toparlayamayacak şekilde imha edildiği, ordusunun ülkeyi koruyamayacak şekle getirildiği ve devlet düzeninin iyice sarsıldığı görülmüştür.
Tüm bu askeri müdahalelerde ve bu ülkelerin tahrip edilmesinde maalesef Türkiye ABD’nin ortağı ve bölgede ona en çok yardım edeni olarak rol yapmıştır.
Eski CB Gül’ün ve CB T. Erdoğan’ın kamuoyuna mal olacak şekilde BOP’un eş başkanlığını hangi düşüncelerle Türkiye’nin yürüttüğünü beyan ettiklerini bilmiyoruz. Eğer BOP, ABD’nin orta doğuda uyguladığı böyle(ülkeleri bölme, bombalama, katliam, tahrip vs) bir şey ise Türkiye’nin(CB Erdoğan) bu projenin eş başkanı olma durumunu süratle gözden geçirerek, bundan hemen vazgeçmesi gerekir.
Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca uyguladığı yanlış politikalar, bölücü terörle mücadelede yaptığı yanlış ve özensiz uygulamalar, Kürt sorunu algısının büyümesine neden olmuştur. Bu konu ilk defa AK Parti döneminde CB Erdoğan’ın liderliğinde alışılmışın dışında “çözüm süreci” adı altında ele alınmış. Bu amaçla devlet yetkilileri ile PKK terör örgütü yetkilileri arasında görüşmeler Oslo’da başlamış, Terör örgütü lideri ile İmralı Ceza ve Tutuk evinde ve HADEP yetkilileri ile de çeşitli mahfillerde devam etmiştir. Çözüm sürecinde belli bir mesafe! kat edildikten sonra 07 Haziran 2015 yılı genel seçimlerinde AK Partinin iktidar olma çoğunluğunu kaybetmesi ile “çözüm masası” devrilmiştir. AK Parti bu aşamadan itibaren milliyetçi söylemlere yönelerek 02 Kasım 2015 tarihinde yeniden yapılan genel seçimlerde çoğunluğu sağlamıştır. AK Parti’nin yeni kurduğu hükümeti o günden bugüne kadar MHP her şart altında desteklemiştir. Ayrıca o güne kadar çözüm süreci ortağı olan HADEP her iki parti tarafından alabildiğine hainleştirilmeye çalışılmış, nitekim bu partinin kapatılması üzerine yerine kurulan DEM Parti de aynı nitelemelerle şeytanlaştırılmaya devam edilmiştir. Ta ki, TBMM’nin açılış günü olan 01 Ekim 2024 tarihinde MHP liderinin DEM Partililere ne olduğunu anlamadığımız bir şekilde el uzatarak tokalaşmasına kadar devam etmiştir.
Türkiye’deki çözüm süreci, ister BOP projesinin bir alt projesi kapsamında, ister başka bir kapsamda düşünülmüş olsun, bu sürecin bir uluslararası(ABD) dış dinamiği birde iç dinamiği olduğu anlaşılıyor. Bu uluslararası dinamik Irak’ta ve Suriye’de söz konusu Kürt coğrafyalarını hukuken ve fiilen bölmüş durumdadır. Türkiye ise kırk yılı aşkın bir süredir terör yöntemi ile bölünmesi için uğraşılmış ancak başarılı olunamamıştır. Türkiye’de bu terör denemesinden sonra yöntem değiştirilerek sonuca gidilmesi öngörülmüş gibi gözükmektedir.
Her ne kadar çözüm sürecinin birinci denemesinden istenilen sonuç elde edilememiş olsa da, halen bu “çözüm” düşüncesinin ve nasıl gerçekleşeceğine dair yöntemin(soft) gündemden kalkmadığına, sırası ve zamanı geldiğinde, yeni senaryolarla yeniden denenmek üzere sahneye sürüleceğine dair değişik yorum ve değerlendirmeler bu güne kadar hep yapılagelmiştir. Bahçeli’nin TBMM’nin yasama yılının açılışında DEM Partililere hatır sorması ve el sıkışması, içinde bulunduğumuz şu günlerde yoğun bir şekilde 2’nci çözüm sürecinin başladığına dair yorumların yapılmasına neden olmuştur.
Akim kalan birinci çözüm süreci başarılı olsaydı, bu sürecin nihai aşamasında Türkiye’de Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı coğrafyanın esnek bir federasyona dönüşeceği, dolayısıyla Irak ve Suriye’de ABD destekli yerel askeri güçlerle birlikte güç ve savaş yöntemleriyle ortaya çıkan federasyon yapıları, Türkiye’de soft bir yöntemle gerçekleştirilmek üzereydi. 2015 yılında son bulan 1’nci çözüm denemesi ile gerçekleştirilemeyen bu amaç, aradan geçen dokuz yıl sonra bugünlerde başlatılan bu el sıkışmalarıyla yani 2’nci çözüm sürecinin başlatılmasıyla gerçekleştirilmek istendiğine dair emareler olarak değerlendirilmektedir.
Kuzey Irak Kürt bölgesinde bağımsızlık oylamasının, Suriye’de mahalli seçimlerin yapılmasının ABD tarafından durdurulmasının anlamı, Türkiye’den de bu yönde adımlar atılmasının bekleniyor olmasından kaynaklanmış olabileceğini düşünülmesine neden olmaktadır.
2015 yılında AK Parti yıprandığı(seçimleri kazanamadığı) için süreci durdurduğuna dair yorumlar revaçta idi. Peki AK Parti bugün o günkünden daha güçsüz durumda, bu ikinci denemesinde ihtiyaç duyduğu gücü nereden bulacak sorusu elbette çok mantıklı bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sorunun cevabı; ikinci sürecin içinde, yani kendi deyimi ile “meclisteki terör uzantılarına” el uzatarak ve merhaba diyerek, bu ikinci süreci Bahçeli başlattığı anlaşılıyor. Yani yeni süreç için gereken güç ve enerjiyi, Bahçeli’nin bitmez tükenmez milliyetçiliğinden sağlanabileceği değerlendirilmektedir. Bahçeli’nin el uzatmasını DEM Partililer (Bahçelinin onlarca yıldır nitelemesi olan PKK’nın meclisteki uzantıları)memnuniyetle karşılamış, tabir caiz ise “baş üstüne” demişler. Böylece mevcut Cumhur ittifakına (AKP, MHP, BBP, HÜDAPAR) bir ortak (DEM Partisi) daha eklenerek, hem Anayasa değişikliği için yeterli çoğunluk, hem yeni çözüm süreci için kuvvetli bir iç dinamik, hem de yapılacak seçimlerde gereken çoğunluğun yeni kompozisyonu ortaya çıkarılmış gibi gözükmektedir.
Birinci Çözüm sürecinde vatan bölünüyor, veryansınları kamuoyunda etkili olmuş ve bu veryansınların baş aktörlerinden birisi de, MHP ve Bahçeli ile milliyetçi kamuoyu olmuştu. AK Parti bu süreçte yıpranmış ve süreci tamamlayamayarak yapılan (07 Haziran 2015) seçimlerini kaybetmişti.
Bu yeni sürecin yürütülmesinde bizzat Bahçeli’nin özne olarak yer aldığı gözükmektedir. Bu duruma kim ne laf söyleyebilir, kim hayır veryansınları yapabilir ki? Ülkücüler içinde yaygın bir kabul ile yani kim Bahçeliden daha milliyetçi ve daha devletçi olabilir ki? O bir şey diyorsa “bizim anlamadığımız ancak onun bil-ebil-diği bir şey vardır”. O bir bilge lider ve Türkmen beyidir. Ötesi yoktur. Ondan öte vatanseverde yoktur. Hükmünün ve kabulünün, tüm Türkiye sathı mahallinde de karşılığının olup olmadığını bekleyip göreceğiz.