Türkiye’nin günlerdir konuştuğu dramatik bir hadise. Diyarbakır Bağlar ilçesine bağlı Tavşantepe mahallesinde, köy muhtarı olan amcası aynı zamanda Kur’an kursu hocası Salim Güran tarafından 21 Ağustosta öldürüldükten sonra, günlerce bir torbanın içinde bekletilen, sonra köyden birisine köyün yakınlarındaki Eğertutmaz deresine gömdürülen 8 yaşındaki Narin Güran’ın cesedinin, kaybolduktan 19 gün sonra bulunduğu hadiseyi konuşuyor. Elbette bu bilgi ve söylentiler henüz yargı! kararıyla da olsa henüz tescil edilmiş değil.
Türkiye gündemi hiç boş geçmiyor. Sanki Türkiye ülke olarak bir süredir ahlaka, adalete, vicdan ve merhamete mugayyir olaylar üretiyor ve orada burada biriktiriyor. Böyle olunca da, üst üste ve iç içe olaylar yaşanıyor. Günün olayları ile birlikte geçmişte yaşanmış bu tür olaylar da karşımıza çıkıyor.
Narin olayı ile ilgili anne ve babası dahil 24 kişinin gözaltına alındığı söyleniyor. Cinayetin nedenleri arasında konuşulan Annenin de içinde yer aldığı söylenen şeyleri, vicdan, merhamet, şefkat, ar, namus duygularını kaybetmemiş insanların yüreğinin hatta midesinin kaldırması mümkün değil.
Narin’in ablasının ölümünün de şüpheli olabileceği şeklinde iddiaların bulunması, Narin defnedildikten sonra, mezarı başında aynı köyden bir kadının “Havin’ime de böyle kıydılar” diye ağlaması, köyden bir vatandaşın dereye bir ceset gömmeyi alelade bir iş gibi görmesi ve bu rahatlık içinde yapması. Narin’in öldürülme olayı şöyle veya böyle bilindiği halde, nerdeyse bütün köyün susmayı tercih etmesi ve olayı sineye çekmesi.
Henüz söylenti halinde olan annenin çocuğunun amcasıyla yani kayın biraderi ile olan gayri ahlaki ilişkisi eğer doğruysa elbette kabul edilemez. Ancak, yine bu ilişkiye bağlı olarak çocuğu öldürüldüyse ve buna bir anne olarak sesini çıkarmayarak hatta yalan söyleyerek olayın yönünü değiştirmeye ve üstünü örtmeye çalıştıysa yani çocuğunun öldürülmesine razılık gösterdiyse, insan ve annelik vicdanın nerelere kadar savrulabileceğinin çok “ibreti alem” bir tezahürü yaşanmıştır.
Milletvekili Ensarioğlu’nun bit TV kanalına yaptığı konuşmada “bizlerin bazen bilmediği, bazen de bilip söylememiz gereken şeyler var, çünkü aile bizim dostlarımız. Konu çok hassas bir düzeyde olduğu için.. onları da çok fazla üzecek bir şey söylemek istemiyoruz.” şeklinde bir mantık sergilemesi, anlaşılır bir durum değildir. Ensarioğlu’na sormak lazım; sizin bu yaptığınız gerçeğin, hakkın hukukun üstünü örtmek olmuyor mu? Sizin gibi muktedirlerin veya eşrafın “aile dostları” haksız hukuksuz adaba, ahlaka kanuna aykırı işler yapınca, jandarma polis, yargı inceleme yapmayacak mı? Olaylar açığa çıkarılmayacak mı? Böyle hadiseler “kol kırılır yen içinde” olarak mı kalacak? Açığa çıkarılırsa eşraflığınıza yakışmaz mı?
HÜDA PAR’lı yetkililerin tüm bu ahlaksız ve adaletsiz işlerin sorumluluğunu Avrupa, ABD ve İsrail’e bağlamasına ya ne demeli. Sormak lazım bu güçler mi vahşice öldürttü 8 yaşındaki Narin çocuğu. Sonra dereye gömdürdü, 20 gün boyunca olanları saklattı. Türkiye’den bir milletvekiline, ortada ahlaksızca öldürülen bir çocuk cesedi varken, neyin hatırına gerçekleri açıklayamayız diye açıklama yaptırdı? Narin’i dereye gömdükten sonra gelip namaz kılan kişinin vicdanını ve beynini onlar mı çaldı?
Elbette Narin çocuk olayı üzerinden ABD VE İsrail savunuculuğu yapmıyoruz, gerçekte de onların günahlarını “ırmaklar yıkayamaz” biz burada bir genel başkanın hedef şaşırma amacıyla yapmıyorsa gerçeklerden ne kadar uzakta kaldığına dikkat çekmek istiyoruz.
Narin’i öldüren kişi, amca ve Kur’an kursu hocası yani zahiri olarak namaz kılıyor? Suya gömen kişi! namaz kılıyor, KHK’lıya işkence yapan polis de namaz kılıyor. Bu nitelikte namaz kılan 3-5 kişiyi genelliyerek namaz kılanlar gözü kapalı zulüm yapıyor gibi bir yargıya gitmek elbette doğru olmaz. Bizim de anlatmak istediğimiz de bu değil zaten. Ancak bir realite olarak, kimileri için kıldıkları namaz! Onları ahlaksızlıktan, kötülüklerden, cinayetten ve fuhşiyattan alıkoymuyor. Narin cinayeti örneğinin geri planı (aşiret kültürü, sosyal baskı vs.) daha farklı olabilir. KHK’lıya işkence yapan ve namaz kılan polis memurunun yaptığı bu eziyeti ve zulmü namaz kılmayla da bağdaştırabiliyorsa, bu memurlar ve amirleri ile daha başka devlet görevlileri de, zulüm yapacakları bu insanları baştan zulme müstehak kabul ettikleri için zulümlerini bir ibadet vecdi ile de yapıyor olabilirler. Toplumda böyle çok sayıda insanlar da var aramızda. Zannediyorum en tehlikeli olan insanlar da yaptıkları kötülükleri inancının bir gereği olarak görenler olsa gerekir. Bizim bildiğimiz bir Müslüman için hele de namaz kılan bir Müslüman için namaz kılan ancak zülümde yapan bir devlet memuru yoktur. Ancak realiteler varlığını göstermektedir. Bu tür kişilerin bu nitelikteki motivasyonlarını nerden nasıl aldıklarının araştırılması ve gerekli hukuki işlemlerin yapılması, hukuk devletinde bir zorunluluk olarak ortada durmaktadır.
Aslında ülkemizde balık baştan kokmuş durumda. Bu tür başka bir olay için bir zaman Adalet bakanı Bekir Bozdağ’ın “çocuğunda rızası varmış”, Aile ve sosyal politikalar bakanı Sema Ramazanoğlu’nun Ensar Vakfı’nda yaşanan bu tür bir olayla ilgili “bir kereden bir şey olmaz” gibi gayri ciddi açıklamaları, devlet adamı niteliği ve sorumluluğu ile hiçbir şekilde bağdaşmayan ahlaki handikaplar olarak maalesef ülkemizde yaşanmasıyla, çok ciddi sorunlarımızın olduğu ortaya çıkmıştır.
Narin çocuğun kaybolması ve cinayeti olmasaydı, muhtemelen bir iki hafta boyunca, devletin emanetinde bulunan cezaevlerindeki KHK’lılara yapılan hukuksuzluğu ve ceza evlerinde devletin memurları tarafından tecavüze uğrayan ve hamile kalan kadınlardan 12 kadının dramatik hikayesini konu alan “Finlandiya Raporu”nu konuşuyor olacaktık. Aynı şekilde rütbe terfi töreninden sonra kılıç çatan teğmenlerin ve Dilan Polat’ların da durumu gündemde kalmaya devam edecekti.
Haşim EFE