Bilinen bilgiler çerçevesinde dünyada hatta kainattaki görünür varlık alemi içinde diğerlerinden belirgin bir şekilde ayrılmasına yol açan akıl ve irade ile donanımlı olarak sadece İnsan varlığının mevcut olduğu bilinmektedir. İnsanın akıl ve iradesinin gücüyle diğer varlıklar üzerinde bir tasarruf sergilemesi ve bu alanda karşısında başka bir güçte görmemesi olgusu, onun kendine bir değer atfetmesinde ve kendini değerli görmesinde en belirleyici neden sayılmaktadır.
İslamiyet’te insan eşref-i mahlukat olarak nitelendirilir. Yani insan yaratılmışların en şereflisi olarak kabul edilmektedir. Bu kabul, Kur’an’da Isra Suresinin 70. Ayetinde “ İnsanları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık“ ifadesine dayandırılmaktadır. Yani “yaratılmışların en üstünü olarak değil de bir çoğundan üstün kıldık..” şeklinde ifade edilmektedir. Ancak, Kur’anda geçen bu ifadeye rağmen İslam alimleri, insanın yaratılmışların en şereflisi, “eşref-i mahlukat“ olduğu yönünde bir kabul içinde bulunmuşlar ve bu konuda çoğunlukla fikir birliği içerisinde olmuşlar.
Ayrıca, Kur’ân-ı Kerîm’de insanın değerine olumlu manada işaret eden birçok âyet olduğu gibi onun hata, günah ve kusurlarına da temas eden âyetler vardır. Bu âyetlerde, insanın değerine mutlak surette bir yücelik hamledilmediği gibi kesin olarak kötülük ile de vasıflandırılmamıştır. Kur’ân, insanın (varlık içindeki) değerini genel olarak inanç ve davranışları yani takvası, yani iyilik üzere amel etmesi üzerinden ölçü almıştır denilebilir.
Peki, insanın varlık aleminde ilahi hükümlerin ve insanlık değerleri perspektifinin hedef olarak gösterdiği iyi/takvalı olma konumunu yakalayabilmesi ve onu sürdürebilmesi ve böylece varlığın genel dengelerine ve işleyişine uyumlu bir varlık olarak “şerefli” yerini alabilmesi nasıl olacaktır. Neyle mümkün olabilir? Elbette insanı bekleyen bu iyi olma halinin tersi yani kötü olması durumu da söz konudur. Yine geçmişte ve günümüzde de yaşadığımız dünyada insana dayalı kötülük olguları yaşanmıştır gelecekte de yaşanması muhtemeldir. Ayrıca Kur’an ayetlerinde de insanın kötülükler yapmaya meyyal yapısından ve kötülükler işleyerek konumunu aşağı düşüreceğinden bahsedilmekte. İslami bir kabul içinde “insanın vasıfları itibariyle iradesinin kötülük yapmaya yönlendirilmesiyle canavarlardan daha canavar olabileceği” durumu da vardır.
Önceki yazılarımızda, insanın her haliyle şekillenmesinde etkili ve belirleyici olan ve ismine “vicdan” dediğimiz iç döngüsünden ve öneminden bahsetmiştik. İşte bu insanın iç döngüsü sağlıklı ve sağlam referans bilgi ve düşüncelerle beslenmez iyi bir “rehberlik”ten yoksun kalırsa, işte o insan canavarlardan daha canavar, yada aklını kullanamayan, iradesine sahip çıkamayan onu yönlendiremeyen ve yönetemeyen, şuursuz hayvanlar mesabesinde, kötü düşünceli insanların emrine kolayca girebilen, onlar tarafından kullanılmaya, suç işlemeye, her haliyle her yerde bozgunculuk yapmaya müsait bir eleman niteliğinde olacaktır.
Eğer insanda sağlıklı bir vicdan teşekkül etmez ise;
En başta o insan kendini insan olarak çok ihmal etmiş demektir. İnsaniyetinin gelişmesi için gerekli olan öncelikli bilgi, düşünce, muhakeme, murakabe, hak hukuk, adalet, merhamet gibi donanımlarını anlamlı bir bütün halinde çalıştıracak iç döngülerinden yoksun kalacak. Dolayısıyla bu durum davranışlarına da yansıyacak mutsuz, huzursuz, ilişkileri bozuk, sosyal dengelere saygısız, hayvanlara ve çevreye karşı duyarsız ve her türlü bozgunculuktan geri kalmayan tipler olarak ortaya çıkacaktır.
İsterse bu insanlar akıl ve zekalarının iyi çalışması sayesinde zor ve çetrefilli işleri yöneten ve başaran! kişiler konumunda olsunlar. Bu işlerin içinde, ortasında, en merkezinde hak, hukuk, adalet, ahlak, merhametin yer aldığı vicdan yoksa bu işler, ilişkiler o insanların kötü insan olma sıfatlarını değiştirmez. Yaptıkları işleri ne adına yaptıklarını ifade ederlerse etsinler, isterse adını ve ismini insanlık, İslamiyet, vatan, millet, bayrak, bağımsızlık, demokrasi gibi parlak ve hamasi kelime ve kavramlarla örtsünler, mademki hak hukuk adalet ahlak gözetilmemiştir, yaptıkları işlerde hayır(Allah’ın rızası) yoktur. Aslında böyle yapılan işlerde Allah’ın rızasının aranması ve umulması Kur’anı, dini, diyaneti anlamamış olmanın en bariz göstergesidir. Dolayısıyla beyhudedir. Bu insanlar Kur’anı kerimin emrettiği “adaleti gözetin” emrinin hilafına hareket etmiş olarak günaha girmiş, günahkar sıfatına sahip insanlardır.
İnsanlığın evrensel değerleri denilen manzumeleri şekillendiren temel değer adalettir. Adalet varlık alemindeki işleyişe, dengelerine, bilimsel disiplinlere uyumdur. İşin aslı ve esası, kim bu gerçekliği kendi iç dünyasına taşıyabilmiş ve varlıkla kendisi arasında uyumu yakalamışsa, o insanda medeni ve iyi insan olma hasletini de yakalamış, insanın dünya ve ahiret perspektifli yolculuğunda “vicdanlı” ve “başarılı” bir insan demektir.