Anadolu’nun bir Türk-İslam ülkesi olmasının sırrı, İslâm nurunun yüzyıllardır yaşamasının nedenlerinden biri de İlâhiyazgı olarak Türklerin Anadolu’da görevlendirilmiş olmasından kaynaklanır. Anadolu 1071’den önce de Türklerin göç ettiği ve yerleştiği yerlerdi.
Sultan Alparslan’dan beş buçuk yüzyıl önce Anadolu’ya gelenler Bolgar Türkleriydi. Kuman ve Kıpçakların gelişleri; Gürcistan üzerinden ve Balkanlardan olmuştur. Bunlar Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’e yerleştiler. Kumanlar-Kıpçaklar Hristiyan veya Şamanist idiler ama Türkçe konuşuyorlardı. Anadolu bu beş buçuk yüzyıl içinde Avar, Uz, Peçenek Kuman-Kıpçak Türklerinin göçlerine sahne oldu. Asya’dan, Horasan’dan, Kafkasların kuzeyinden batıya hareket ederek, Kafkas dağlarını aşarak Anadolu’ya gelen Türklerin içinde Müslüman olanlar da vardı. Türkler beş yüzyıllık zaman aralığı içinde İslamiyet’i kabul etmişlerdi. Anadolu’ya Türkistan’dan. Horasan’dan göç ederek gelen Türkmen taifesi, yerleştikleri Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kendi örf ve geleneklerini sürdürerek o bölgelerde yaşayanlarla birlik ve beraberlik içinde hayat sürmeye başlamışlardır. Özellikle Deşti Kıpçak’tan Kafkasları aşarak gelen Saka Türklerinin bir boyu olan Part Türkleri, Anadolu’da uzun yıllar yaşam sürdüler.
Büyük Selçuklu Ordusu Komutanı Alparslan’ın 1071’de Bizans Ordusu Komutanı Romen Diyojeni, Malazgirt’te yenerek zafer kazanmasından sonradır ki Anadolu’nun kapıları Oğuz, Türkmen Kanglı, Kıpçak, Yörük vb. Türk boy, oba ve oymaklara açılmıştır. Uzun yıllar Doğu Anadolu’ya ve Batı Anadolu içlerine doğru yerleşik, yarı yerleşik hayatlarına başlamışlardır. 1077’de Antep’te Türkistan ve Horasan’dan kitleler hâlinde Türkler geldi ve iskân edildi. Elbeyli aşiretinden Bozgeyikli Baba, Kuzey Suriye Türklüğünün birliğini sağladı. Güney-Doğu bölgemizin Türklüğe açılmasında etkili olan Türk boylarından biri de Bayat Boyu’dur. Güneydoğu’da Türkistan ahlâkını, motifini, geleneğini, asaletini bütün canlılığıyla yaşatan Türk boylarından birisi de Çepni Türkleridir. Oğuzlar, Kayılar, Baraklar daha onlarca Türk boyları Anadolu’ya yerleşerek buraları vatan hâline getirmişlerdir.
Anadolu’yu vatan hâline getiren Türk boyları, İslami akidelerle birlikte eski bozkır kültürü ve anlayışından çok farklı düşünce sistemini, edebiyatı, sanatı ve dünya görüşüyle toprağa bağlı bir toplum hâline evrilmiştir. Böylece uygarlık unsuru olarak dünya tarihinde çok verimli gelişmeler kaydetmiştir.
İslamiyet’e ve uygarlığa hizmet imkânını, Anadolu’yu vatan yaparak bulan Türkler; İslam’a zarar veren 8. yüzyılda Emevi sapkınlığı ile 9. yüzyılda Şia Büveyhî sapkınlığını ortadan kaldırmıştır. Türk komutan Eba Müslim Horasanî küçük bir güçle 82 yıllık Emevi sapık saltanatlığını yıkmış, Horasanlı bir Türk olan Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, Şia Büveyhilerin 9. yüzyıldaki İslam’ın baş belası olan tehlikeli saltanatına son vermiştir.
Türkler Anadolu’yu vatan yaptıktan sonra birçok kereler, Haçlı Seferlerinde, özellikle Anadolu’dan geçmelerine ve Kudüs’e gitmelerine mâni olarak onların güçlerini azaltmış, Kudüs’ün korunmasında üstün vesilelere sebep olmuşlardır.
Anadolu fütühatı; Mezopotamya’nın, Ortadoğu’nun ve Arabistan’ın, hattâ Mısır’ın güven altına alınması yolunu açmıştır.
Kayı Boyu Horasan’da yerleşiktiler. Oğuz Türklerinin Kayı Boyuna mensup Ertuğrul Bey, kardeşleriyle birlikte Anadolu’yu önce doğuda sonra batıda dolaştı. Selçuklularca beğenilen ve güvenilen Ertuğrul Bey, Söğüt ve Domaniç çevresine yerleştirildi.
Anadolu Selçukluların dağılmasından sonra Fetret Dönemi dediğimiz ve “Tevâif-i Mûluk” diye anılan Beyliklerin döneminde Kayılar, Ertuğrul Beyin liderliğinde Bilecik ve yöresinde obalar hâlinde yaşıyorlardı. Ertuğrul Bey ölmeden önce oğlu Otman’ı beyliğin başına geçirdi. Sultan Otman (Ataman) daha Bey olmadan önce kendini eğitmek üzere Horasan’dan gönderilen Edebali tarafından yetiştirildi. Şeyh Edebali, kızı Mal Hatun’u Sultan Otman’a vererek dünyaya egemen olacak bir Ali Osman Devleti’nin kurulmasına da vesile oldu. Osmanlı Beyliği 1299 yılında devlet olduğunu dünyaya duyurdu.
Anadolu’ya; Anadolu Selçukluları, Beylikler ve Osmanlı Devleti dönemlerinde Ahmet Yesevi ve ardıllarından kimler gelmedi ki? Avşar Baba, Pir Dede, Geyikli Baba, Abdal Musa, Otman Baba, Şeyh Nusret, Gaçgaç Dede ve onlarca eren öncü liderlerinin hepsi de Ahmet Yesevî’den feyz alan ve Anadolu’yu aydınlatanlardandır.
Ahmet Yesevî’nin halifelerinden Lokmanî Perende’ninyetiştirdiği Hacı Bektaş Velî’nin Anadolu mucizesindeki olumlu yeri herkes tarafından bilinir. Mevlanâ Celâleddin-i Rumî de Belh’ten gelip Konya’da Anadolu’yu aydınlatanlardandır.
Yunus Emre’nin, Ahi Evran’ı Velî’nin, Emir Sultan’ın, Karacaahmet’in, Sarı Saltuk’ın tüm Anadolu’yu hatta Rumeli’nin Türk-İslam anlayışıyla irşad ettiklerini söylemek bile fazladır. Daha binlerce ulu zatların isimlerini saymak mümkündür. Ancak öne çıkan bu isimleri misal olarak verdim.
Anadolu’yu karış karış, bucak bucak Türklere açan Alp-Erenler, alplık ruhunu Türklükten, erenlik güçlerini İslamiyet’ten alıyorlardı. Daha sonra bu Alperenlere, Alpgazi denmeye başlamıştır.
Anadolu fütühatını tamamlayanlar ve bu toprakları vatan yapanlar, birçok alanda hizmet çeşitlemesine uğradı.Yüzyıllarca Gaziyân-Rum (Anadolu Gazileri), Bacıyân-ı Rum (Anadolu Bacıları), Abdalân-ı Rum (Anadolu Dervişleri), Ahiyân-ı Rum (Anadolu Ahi Esnafları), taassupla değil, yumuşak bir ruh ve manâ hâli ile, ilim yoluyla, bilgi yoluyla, sevgi yoluyla bu topraklara sahip oldular.
Anadolu’ya “Rum” adının verildiği bizleri şaşırtmasın. Türkler bu topraklara yerleştikten sonra “Anadolu” kelimesi “idari kesim” anlamından çıkıp coğrafya bakımından “bölge” anlamında kullanıldı. Kanuni Sultan Süleyman döneminde sadece Asya kıtasında bulunan topraklara değil, Orta Doğu’da Osmanlı’nın tüm topraklarına “Anadolu Eyaleti” adı verildi.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra (1923) Türkiye toprakları 7 bölgeye ayrıldı. Bundan böyle Anadolu terimi Türkiye’nin yalnızca Asya kıtasında bulunan topraklarına değil, Avrupa kıtasında olan Trakya da Anadolu terimi içine alındı.
Kısaca, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktıktan sonra İstanbul Hükümeti’ne ve işgalci güçlere karşı, vatanı savunmak için başlattığı hareket, “Anadolu Hareketi”dir. Bu harekete Misak-ı Milli sınırları da dâhildir.
İstanbul’un işgali; Osmanlı Devletinin ve İtilâf Devletlerinin arasında imzalanan Mondros Mütarekesi ile I. Dünya Savaşının bittiğinin ilân edilmesinin hemen ardından13 Kasım 1918 tarihinde ve 16 Mart 1920 tarihinde olmak üzere iki defa, İngilizler başta olmak üzere diğer İtilaf Devletlerinin de katılımıyla gerçekleşti.
O dönemin Osmanlı Devlet adamlarından bazıları bu durumu görüşmek üzere toplantılar yaptılar. M. Kemal Paşa’yı da bu toplantılara çağırdılar. Bazı devlet adamları Amerikan mandacılığı (korumacılığı), bazıları da İngiliz mandacılığından söz ediyordu. Bir ara Mustafa Kemal Paşa’ya ne düşündüğü soruluyor. Bütün devlet adamlarına şu cevabı veriyor:
“Efendiler! Hepiniz konuştunuz, isteklerinizi vedüşündüklerinizi söylediniz. Fakat Anadolu’ya bir şey sordunuz mu? Anadolu’yu dinlediniz mi? Anadolu’ya da soralım, onu da dinleyelim efendiler!”
Mustafa Kemal’in Anadolu’ya güveni ve Anadoluculuğu ta o yıllarda ortadadır. İstanbul’un Haliç’inde ve sarayın karşısında konuşlanmış olan İngiliz Savaş gemilerine bakarak “Geldikleri gibi giderler.” sözü bu inancın sonucudur.
Mustafa Kemal’in kafasındaki düşünce “Tam Bağımsızlık” ve “Kurtuluş Mücadelesi”dir. Anadolu’ya geçiş ve kurtuluş hareketine başlama gerekçesini şöyle açıklamıştır.
“Dayanılacak gücün, doğrudan doğruya millet olacağı düşüncesi ve inancı bende çok güçlüydü. İstanbul’da olup bitenlerden, yapılan girişimlerden milletin haberi yoktu. İstanbul’da oturup, millete haber ulaştırmanın da imkânı kalmamıştı. Öyleyse yapılacak tek şeyin İstanbul’dan çıkıp milletin içine girmek ve orada çalışmak olduğuna karar verdim.”
19 Mayıs 1919, Anadolu’da kurtuluş mücadelesine başlamak üzere onun Samsun’a çıkış tarihidir. Anadolu’ya çıkmak, Büyük Atatürk’ün Anadolu insanına güveniyle, istiklâlimizin elde edilmesi sonucunu verdi. Her ne kadar İstanbul Hükümeti, padişah ve bazı gerici güçler tarafından engellense de bu güven, kurtuluşumuzu sağladı.
Büyük Atatürk’ün önderliğinde Amasya’da toplanan Kuvay-ı Milliyeci’ler, 22 Haziran 1919 tarihinde Türk inkılâbının mücadele safhasını başlatmıştır. “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” düsturunu Amasya Saraydüzü kışlasından bütün Türkiye’ye telgrafla iletmişlerdir.
Mustafa Kemal’in, Rauf Orbay’ın ve Ali Fuat Cebesoy’un birlikte kaleme aldıkları Amasya Genelgesi, milli egemenliğe dayanan, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan bir bildiridir.
İşte Anadolu böyle Türkleştirildi ve vatan haline getirildi. Anadolu sadece bir coğrafya değildir. Coğrafyadan vatana evrilmiş Türk yurdudur. Ebediyen Türk yurdu olarak kalacaktır.
Bugün, içinde bulunduğumuz koşullar, yeniden “Anadolu Hareketi”ne ihtiyaç duyulduğunu bizlere göstermektedir.