21 Aralık 2024, Cumartesi

Çözüm süreci ve Bahçeli (2)

Türkiye’nin zaman zaman Kürt, zaman zaman bölücü terör diye ifade edilen sorunu, dış güçler ve iç uzantıları tarafından uzun zamandır Türkiye aleyhine kullanılmaktadır. Bu sorun ülkenin kaynaklarını önemli ölçüde bitiren ve başka işler yapmasını engelleyen kullanışlı bir durum oluştururken, gelinen noktada realitesinden daha da büyük bir algısal ve sanal sorun haline gelmiştir.

Bahçelinin DEM Partililere TBMM’nin açılış (01 Ekim 2024) gününde, “ülkemizin barışa ihtiyacı var..” diyerek el uzatması, 22 Ekim günü MHP grup toplantısında “Öcalan gelsin TBMM’nin çatısı altında DEM Partinin grup toplantısında.. açıklama yapsın, örgütünü dapıttığını ilan etsin..” gibi yeni açıklamalarda bulunmasını ve CB. Erdoğan’ında bu açıklamalarını ve davranışını desteklemiş olmasının arkasında gerçekte ne var bilmiyoruz. Ama, bu girişim salt ve zahiri olarak olumludur. Bu gelişmelerin, özellikle ülkemizde uygulanan “siyasette her şey mübah” anlayışı ve bu siyaset anlayışının ince kıvrımları ve delhizleri içinde ne anlama geldiğinin gerçeğini elbette söz konusu açıklamaları yapan siyaset aktörleri bilirler.

Bu kapsamda, biz bu sürecin gidişatını dikkatle izleyerek yapacağımız değerlendirmelerle birlikte okuyucularımıza aktaracağız. Bu çerçevede sırası gelmişken, günümüzde ülke politikalarında etkili olduğu görülen siyasi kurum ve aktörlerinin geçmiş serencamlarına kısaca göz atacak olursak.

AKP kadrolarının orijin olarak dini, muhafazakar ve Kürt sosyolojine duyarlılık içinde bulunduğu bilinmekteydi. Ancak stratejik seviyede, hükümetler üstü nitelikte ele alınması gereken özellikle bu Kürt/terör kronik probleminin ele alınması konusunda iç siyasetin bir parçası olarak görme yanlışına düşerek, birinci çözüm sürecinde yanlışa düşmüştür. AK Parti, tabir caiz ise 2013 yılında başlattığı çözüm sürecinin, 2015 yılında “masayı devirmesi” ile bu hassas sürecin altında kalmıştır.

CHP, uzun bir süredir ve halen çok parçalı hizip ve yapıların üst çatısı olma becerisini gösterebilmektedir. Bunlar arasında, çok katı Kemalist, ulusalcı, seküler anlayışlardan, Kürt realitesinde DEM Partiyle organik yakınlıkta duran anlayış ve yapıların varlığına kadar çok parçalı bir yelpazedeki olguları bir arada tutabilmektedir. CHP, Türkiye konjonktürüne göre ürettiği taktiksel politikalarını, edilgen ve reaksiyoner konumlarda bile olsa, bu yapıları kullanarak gelişen süreçlere ayak uydurmaya çalışmaktadır.

MHP, yakın tarihin gelişimi içinde Jön Türkler, İttihat ve Terakki, yeni Türk tipolojisi ve Ulusalcılığı ile Türk milliyetçiliği ve ırkçılığına varan Cumhuriyet projesinin fiili ve olgusal çizgisini, Türk milliyetçiliği teorisi adı altında savunagelen bir anlayışın ve yapısal zincirin son halkasıdır. Bu sosyal, siyasi ve ideolojik paydaya başından beri önemli oranda CHP’nin ve mensuplarının da ortak olduğu bilinmektedir.

DEM Parti, Türkiye tarihinin son 40 yıla yakın tarihinde başka başka isimlerle de olsa bu parti çizgisinde siyasi yapılanmalar oluşmuştur. Daha önceki zamanlarda bu partilerin tabanı CHP, DP-AP,DYP gibi merkez iki siyasi yapılanma içinde yer almaktaydı. Bugün DEM Parti ile temsil edilen bu siyasi çizgi, zaman zaman Türkiye genelini kapsayıcı politikalar üretse de, daha çok Kürt! Sosyal kesimlerine yönelik, Kürt milliyetçiliği, Kürt özerk yönetimi veya Türkiye’den ayrılarak ayrı bir devlet kurma gibi siyasi düşünceleri savunduğu gözlemlenmiştir. Ayrıca terör örgütü PKK ile de hem fikirsel olarak hem de insan kaynakları olarak yakınlığı ve geçişken yapısının bulunduğu da gözlemlenmektedir.

Son günlerde MHP’nin DEM Parti ile yakınlaşması çerçevesinde, Bahçeli daha önceki dönemlerde de istisna olarak ta olsa HADEP’li Hasip Kaplan’a “Hasip gel bir fotoğraf çektirelim..”, Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk’ün hapisten çıkmasını sağlayarak uzun yıllar MHP ve ilişkili kuruluş ve kişilerin yoğun bir şekilde “terörün meclisteki uzantıları” dediği bu insanlara iltifatlarda bulunmuştu. Elbette başta MHP ve ilişkili kuruluş ve kişilerin uzun yıllar boyu süren bu ötekileştirme tutumu, “Kürt” kurum ve kuruluşları ile sosyal kesimlerinde Cumhuriyet yönetiminin başlangıcından beri şöyle veya böyle var olan tepkisel durumunun artmasına, MHP ve Türk milliyetçiliği! idiolojisine, hatta devlet ve ülke bütünlüğüne karşı olma gibi reaksiyoner durumun oluşmasında ve canlı kalmasında etkili olduğu değerlendirilmektedir.

Ta ki, 01 Ekim 2024 yılı TBMM’nin yasama yılı açılışında DEM Parti milletvekilleriyle merhabalaşması ve onlara “ülkemizin barışa ihtiyacı var..” diyerek ellerini sıkması, 22 Ekimde Öcalan’ı konuşma yapmak üzere meclise davet etmesi.. işin doğrusu MHP liderinden bu derecede bir açılım beklenmediği ve herkesi şaşırtan bir hareket olmuştur. Gerçi bu tarihten aylar önce de kendi meclis grubunda yaptığı konuşmada “Türkiye Milleti..” tabirini kullanmış ancak bunu kimileri dil sürçmesine bağlamıştı. Ancak görüldü ki, kısa zaman öncesinden itibaren de olsa, klasik anlayışının dışına çıkarak bugünlerde ortaya koyduğu sözleri ile Türkiye kamuoyunu şaşırtmaya başlamasının ön argümanlarını sarf etmişti.

Bahçeli’nin bu tutumunu ve CB’nın, son haliyle CHP’nin  de bu gelişmeleri desteklemesini görünce, yalın haliyle ve söylediklerinde samimi olduklarını kabul ederek söylemek gerekirse; keşke bu zamana kadar ve bu kadar sertlikte gerilim siyaseti uygulanarak ülkemizin sosyal yapıları arasında bu kadar mesafelerin oluşmasına neden olunmasaydı, keşke kendi inisiyatifimizle sorunlarımıza, adalet, evrensel insan hakları temelinde çözümler üretseydik diye hayıflanmaktan kendimizi alamıyoruz. O zaman belki Kürt menşeli vatandaşlarımız bu kadar dışlanmışlık ve ötekileştirilmiş duygusuna ve algısına maruz bırakılmayabilirdi. Ayrılık yönünde onları suiistimal edenlerin de önüne geçilebilir, bugün lazım olan barış ve kardeşliğin sağlanması da bu kadar zorlaştırılmamış olunurdu diye değerlendirme yapmaktan, ülkesinin birlik ve beraberliğini, barış ve esenliğini düşünen samimi vatandaşlar olarak kendimizi alamıyoruz.

Bu yazının birinci bölümünde belirtildiği gibi, MHP ve AKP’nin bu (çözüm)girişiminin arkasında uluslar arası (ABD..) baskılar da bulunuyor olabilir ki, muhtemelen böyledir. Bu kapsamda şu sıra en çok konuşulan BOP projesinin Türkiye’ye kaldığı yerden ve yeniden “çözüm süreci“ şeklinde bir dayatması da olabilir.

Bu çerçevede, Türkiye’de geçen aylarda Kuzey Irak’a büyük bir terör harekatı yapılacağı konuşuluyordu. Bunun muhtemel sonucunun kuzey Irak Kürt federe bölgesi, Kerkük ve Musul bölgeleri ile birlikte Türkiye’ye bir federasyon şeklinde bağlanması, Türkiye’nin Kürt bölgesinin de bu federasyona dahil edilerek Türkiye’yi ilk etapta büyütme, daha sonrada bu federe yapının Türkiye’den dahil edilen topraklarla birlikte kopartılarak, Türkiye’nin küçültülmesi bir ihtimal olarak akla geliyordu. Ancak, Türkiye’nin Kürt meselesinde Türkiye’de ortaya çıkan bu son gelişmeler bu ihtimalin önceliğinin şimdilik ertelenmiş gibi durduğunu gösteriyor. Yani son emareler, Türkiye’de bu meselede ne yapılacaksa daha önce 1’nci çözüm süreci ile akim kalan sürecin, kaldığı yerden devam ettirilmesi şekline dönmüş gibi gözüküyor.

Her ne kadar Kürt meselesi ve yeni bir çözüm sürecinin başlatılması son günlerde devlet yetkililerinin nezdinde kamuoyunda ülkenin birinci meselesi gibi algılanmış olsa da, yetkililerin nezdinde asıl birinci meselenin anayasa değişikliği adı altında CB. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına devam etmesinin önünü açacak değişikliklerin TBMM çatısı altında gerçekleştirilmesi için yeterli oy sayısına ulaşmasını sağlamaya yönelik çabaların olduğu anlaşılmaktadır. Bu hususa ait daha kapsamlı değerlendirmelerimize gelecek bölümde devam etmeyi düşünüyoruz.

Köşe Yazıları

tümü

Gündem