Din yani Müslümanlık kavramı ülkemiz insanlarının kendilerini tanımlarken kullandıkları en önemli belki de birincil kavramdır.
Sen nesin, kimsin? sorusuna verilecek cevaplarda genellikle Müslümanım veya Türküm cevabı verilebilir. Aslında iki cevapta büyük bir oranda aynıdır. Türküm diyenlerde de en az Türküm dediği kadar Müslüman olduğunu da ifade etmektedirler. Aynı durum Kürtler için de geçerlidir.
Ancak, ülkemiz insanı büyük bir oranda İslam dinine mensup ve Müslüman olduğunu hatta iyi bir Müslüman olduğunu kabul etmekle ve bunun iddiasını da yapmakla birlikte, hem mevcut İslam kriterleri hem Müslümanlığın gerekleri hem de ahlakiliği çok tartışılmaktadır. Bu tartışmaların son yıllarda daha da artarak devam ettiği ayrı bir olgu olarak ortadadır. Birçok cenahtan yapılan araştırma sonuçlarıyla da bu durum doğrulanmaktadır.
Bir başka önemli oranda bir genç insan varlığı ise dindarlığın çok önemli olmadığını, bu şekildeki(!) bir dindarlığın problem oluşturduğunu, ahlaklı olmanın daha önemli olduğunu, dindar olmadan da ahlaklı olunabileceğini ileri sürmektedirler. Nitekim bu durumun ispatı olarak başta kuzey Avrupa ülkelerinin büyük oranda herhangi bir dine inanmadığı ve ateist olduğu halde ahlaklı ve erdemli olduklarını, suç oranlarının çok düşük olduğunu, dindar ülkelerin ise özellikle Müslüman ülkelerin ve ülkemizin her türlü suç oranlarında ve ahlaksızlıkta nerdeyse dip yaptığını örnek göstererek ileri sürmektedirler.
Maalesef, ülkemizde büyük oranda yaşanan ve adına İslam veya Müslümanlık denilen kavramların yeterince anlaşılmadan ortaya konulan dindarlık problemlidir. Bu şekliyle iman ve itikat noktalarında da problemler olduğu değerlendirilmekle birlikte, görünen yani hayata akseden tarafı ile güzel davranış yani ahlakilik üretememekte, insanımız ferdi ve toplumsal düzeyde kaos ve kargaşadan kurtulamamaktadır. Durum böyle olunca evrensel nitelikte adalet, hak, hukuk, eşitlik, hürriyet, haksızlık ve kötülükle mücadele sorumluluğu hissetmemekte ve davranışlarına yansımamaktadır.
Dindarlığın çok önemli olmadığında karar kılan insanların bu tutumu, daha çok dindarlık görüntüsü ile yaşanan kötü örnekliğe karşı bir tepki olarak geliştiği değerlendirilmektedir. Yoksa bilindiği gibi genelde İslamiyet özelde Müslümanlık ahlaklı olmayı dinin vazgeçilemez ve çok önemli bir umdesi olarak görür. Ahlaktan yoksun bir dindarlığın olabileceğini kabul etmez. İslamiyet’te ve Müslümanlıkta din ayrı ahlak ayrı değildir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.) Muhammet Mustafa kendini insanlara “..ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim..” diye takdim eder.
İslamiyet ve Müslümanlık kavramlarının içini doldurabilmek ve derinliğine kavranarak, Peygamberimiz döneminde olduğu gibi yeniden güzel ahlakla bütünleştirilmesi elbette mümkündür. Bunun için öncelikle, ülke atmosferinin çeşitli baskılardan ve baskılayıcı tutumlardan kurtulması gerekir. Bu kasvetli atmosferde insanların olması gereken medeni değerleri ve kişilikleri, toplumlar için olması gerek sağlıklı sosyolojiler gelişemiyor, hatta geri gidiyor.
Öncelikle ve önemle, devlete ve millete yapılabilecek en önemli iyilik, ülke adalet, hürriyet, hak hukuk, eşitlik, hür düşünce.. iklimine kavuşturulması gerekir. Vatandaş çeşitli korku ve endişelerden uzak, inançlı-inançsız tüm insanlar yarınından emin olarak düşünce ve tahayyülünü çalıştırabilmelidir.
Kuzey Avrupa ülkeleri halklarının çoğunluğunun dinsiz ve ateist olduğu halde ahlaklı olduğu bir realite olduğu ortadadır. Bu realitenin realitesine baktığımızda; bu halkların evrensel insani değerlerle donanımlı olduklarını, bu değerlerle beslendiklerini görüyoruz. Evrensel insani değerlerin kaynağının büyük oranda ilahi kaynaklı ve insan tecrübelerinin birikimi olduğunu değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Yani bu söz konusu insanların ahlaklılığının kaynağını yine din-ler-in, yani ilahi kaynaklı mesajların varlığında aramak gerekir.