Esad rejiminin, cumartesi günü devrilmesiyle iç savaşın ürkütücü sembolü Sednaya hapishanesi gün yüzüne çıktı. Rejimin, muhalifleri doldurduğu Sednaya, adeta yeryüzündeki bir cehennem… Yerin üç kat altına doğru inşa edilen hapishanenin kapısı Esad’ın Suriye’den ayrılmasıyla açılsa da oradan çıkmayanlar oldu. Ölenler değil yaşadığı halde ulaşılamayanlardı onlar. Güvenlik kameralarından görünen mahkumların nerede kaldıkları tespit edilemedi. Kadın tutuklulara tecavüz iddiaları, babasız çocuklar, işkenceler…
Rusya’nın GULAG’ları, ABD’nin Guantanoma Üssü, Irak savaşındaki Ebu Gureyb işkenceleri derken evet, ‘rejimlerin yeryüzündeki cehennemleri’ adı verilecek olsa yerin üç kat altına inşa edilen beton mezarlık Sednaya bunların başında gelenlerden.
Esad rejiminin, iç savaşın 13’üncü yılında devrilmesi ve Beşar Esad’ın ülkeden ayrılması sonrası ilk olarak Sednaya hapishanesinin kapıları açıldı. Suriye’de rejimle özdeşleşen ve işkenceleriyle tanınan Sednaya’da güvenlik kameralarında tespit edilen ancak ulaşılamayan tutsaklar görüntülendi. Şam’ı ele geçiren rejim karşıtı silahlı muhalifler, Sednaya Hapishanesi’nde bulunamayan mahkumlara ulaşmak için haritalara bakarak binanın yapısını çözmeye çalıştı. Muhalif yetkililere göre, güvenlik kameralarından görülebilen 100 binden fazla tutuklunun yeraltındaki kilitli hücrelerde mahsur kaldı.
Sosyal medya platformu X’te yazan grup, cezaevine beş “uzman acil durum ekibi” konuşlandırıldığını ve bu ekiplere cezaevinin düzenini bilen bir rehberin yardım ettiğini duyurdu. Yerin altında havalandırma sıkıntılarıyla boğuşan ve ulaşılamayan “100 bin mahkum için şöyle denildi: “Güvenlik kameralarından görünen 100 binden fazla tutukluyu serbest bırakmak için kapıları açamadık”
Tutuklu yakınları ise Sednaya’nın önüne koştu. Şanslı olanlar yıllar sonra yakınlarını buldu…
İnsan hakları gruplarının 2022 raporunda, Sednaya’nın iç savaşın başlamasının ardından “fiilen bir ölüm kampına” dönüştüğü ifade edildi. Belli ki yıllar sonra iç savaş unutulsa da Sednaya hafızalardan silinmeyecek.
Rusya’nın zamansız GULAG’ları: Dostoyevski’den Navalny’ye…
Rusya, Stalin döneminden beri bozkırdaki hapishaneleri ve esir kamplarıyla meşhur. Rus toplumunun hayatı ile hapishane hayatı o kadar iç içe ki Rus romanlarının ana konularının başında hapishaneler geliyor. Hatta dünyaca ünlü edebiyatın köşe taşlarından Dostoyevski, Nobel ödüllü Soljenitsin’in kitapları hapishane hayatını, GULAG’ları konu ediyor.
Çünkü Rusya’da siyasi suçlular “GULAG” adı verilen çalışma kamplarında yıllarca tutuldu. Sibirya’nın Omsk şehri, 1929’da Stalin tarafından kurulan ve daha çok Rusça’daki kısaltması olan “Gulag” ile bilinen Islah Çalışma Kampları Ana Müdürlüğü’ne ait yüzlerce bölgeden biriydi.
Kimsenin içeride ne olup bittiğini ve mahkumların ne şartlarda hayatta kalmaya çalıştığını bilmediği bu hapishanelerin Putin baskısına maruz kalan muhaliflerin tutulduğu yeni ceza kolonileri ile benzer olduğu ifade ediliyor. Geçmişte Sovyet rejiminin acımasız “GULAG” kampları ve sonrasında Putin iktidarında ceza kolonileri…
GULAG, Stalin döneminde hem bağımsız düşünenlerin toplandığı yer oldu. Hem de çalışma kampı olarak ekonomik yükseliş için kullanıldı. Buradaki mahkumların yaklaşık iki milyonu öldü. Her ne kadar Stalin’den sonra kapatılsa da Putin iktidarının ceza kolonileri ile ruhunu devam ettirdi.
Muhalif lider Navalny, GULAG’ın devamı ceza kolonisinde öldü
Bu meşhur GULAG siteminin son kurbanı Vladimir Putin ve Kremlin’in en güçlü muhalifi konumundaki Aleksey Navalny oldu. Muhalif Navalny’nin konulduğu “Kutup Kurdu” kolonisi olarak bilinen yeni cezaevi, ülkedeki en ağır şartlara sahip hapishanelerden biri. Başkent Moskova’nın 1900 km uzağında ve aşırı soğuk bir kentte bulunuyor. Navalny’nin tutulduğu bu yer Rusya’nın Kuzey Kutup Dairesi’nin (Arktik) kuzeyindeki özel ceza kolonisi.
“Özel rejim kolonisi”
Navalny’nin tutulduğu cezaevi, soğuk bir kentteydi. Kuzey Kutup Dairesi’nin yaklaşık 60 km kuzeyindeki cezaevi, 1960’larda bir zamanlar zorunlu Sovyet çalışma kampları olan GULAG sisteminin bir parçası olarak kurulmuştu.
Navalny’den sonra özellikle Ukrayna savaşı döneminde yüz bin civarı mahkum ceza kolonilerine gönderildiği belirtiliyor. Rusya’da hapishanedeki kişi sayısı Avrupa genelinde en yüksek rakamlardan. Navalny de zaten Şubat 2024’te tutulduğu hapishanede öldü.
ABD: Guantanamo Kampı
Küba’daki Guantanamo körfezi askerî üssünün bir bölümüne adını veren Guantanamo Kampı, 11 Eylül’den hemen sonra inşa edildi. ABD, insan hakları örgütleri tarafından eleştirilen ve işkence iddialarının da odağı olan kampı 11 Ocak 2002’de kurdu. 22 yıldan fazla süredir faaliyetine devam ediyor ve hala eleştirilerin odağında. ABD tarafından askerî hapishane olarak kullanılan dünyaca ünlü üste başta Afganistan olmak üzere çeşitli ülkelerde yakalanan, El-Kaide ve Taliban ile ilgisi olduğundan şüphelenilen kişiler tutulmakta. Bu kampta tutulanlar ne adli ne de siyasi suçlu. Bu nedenle hukuken tabi oldukları bir sistem yok.
Müslüman haklarını savunan CAGE araştırmacısı ve hukukçu Rayan Freschi Temmuz 2024’te AA’ya yaptığı açıklama şöyle: “Orayı seçmelerinin nedeni, yasal boşluktan kaynaklanıyor, şöyle ki orası bir Amerikan üssü olmasına rağmen, yasal olarak Amerikan topraklarında bulunmadığı için Amerikan yasaları uygulanamıyor. Bu yüzden onlar için Guantanamo mükemmeldi çünkü hiçbir yasa, hiçbir Amerikan mevzuatı, hatta hiçbir mevzuat bu tesise uygulanmıyordu. Yani kelimenin tam anlamıyla her şeyi yapabilirsiniz ve yasal açıdan sorumlu tutulamazsınız.”
Son bilgilere göre Haziran 2024’te Guantanamo kampında 30 kişi kaldı.
Irak: Ebu Gureyb
Irak’ın Ebu Gureyb kasabasındaki bu eski bir cezaevi 1960’larda, İngiliz müteahhitler tarafından yapıldı. Irak Savaşı sırasında, Amerika Birleşik Devletleri önderliğindeki kuvvetler ile Irak hükûmeti tarafından kullanılan cezaevi, 2006’da tamamıyla Irak hükûmetinin kullanımına bırakıldı. Irak Adalet Bakanlığı’nın 15 Nisan 2014’te cezaevinin “güvenlik endişelerinden ötürü” kapatıldığını ve bünyesindeki mahkumların başka cezaevlerine nakledildiğini duyurması ile tarihten silinse de işkence görüntüleri hala hafızalarda.
Korkunç işkencelerle bugün bile anılan bu cezaevinde kalan mahkumlar; “”Ebu Gureyb Cezaevi’nde çok büyük vahşetler yaşandı. Çadırlar ve beton binalardan oluşan cezaevinde ahlak dışı ve insanlık dışı manzaralara tanıklık edildi. Kış aylarında giysileri çıkartılan tutukluların üzerine tazyikli su sıkılıyor ve köpekler salıveriliyordu. İçeride yaşanan işkencelerin bazılarını yansıtan fotoğraf kareler olmuştu. O kareler gerçektir, koğuş ve soruşturma odalarında yaşanan manzaralardır.” diye anlatıyor.
Irak’taki işkencelerin anlatıldığı ve kamuoyundan gizlenen 53 sayfalık bir raporda Ebu Gureyb’den çıkan resimlerin ardından bu rapordan kimi bölümler de Amerikan basınında yer aldı. Buna göre, “sadistçe, kaba ve gayri ahlaki” diye tanımlanan çok sayıda işkence örneği anlatılırken, “Iraklı esirlere sopalar ve farklı aletlerle tecavüz edildiği, çırılçıplak soyuldukları, kadın çamaşırları giymeye zorlandıkları, günlerce su ve tuvalet bulunmayan hücrelerde tutuldukları ve sürekli olarak dövüldükleri” dile getirildi. Bu işkencelerin ortaya çıkmasından sonra Amerikalı Çavuş Charles Graner askeri mahkemede yargılandı ve suçlu bulundu.
Kuzey Kore:
Adı Kwan-li-so olan Camp 22, siyasi suçluları ve bazen ailelerini ağırlayan gizemli bir toplama kampı. Buraya girenler, ömürlerinin sonuna dek burada kalıyorlar ve resmi kayıt olmasa da nüfusunun 5.000 olduğu düşünülmekte. Kuzey Kore toplumu kapalı olduğu için içerideki sisteme dair görüntü ve bilgiye ulaşmak imkansıza yakın.
Türkiye,100 yıllık medeniyet mücadelesinin ekmeğini yemekte…
Türkiye’nin ise bugün en ünlü hapishanesi geçmişte ‘Silivri’ olarak anılan bugün ise ismi Marmara Cezaevi olan büyük kampüs hapishanesidir. Ancak bu yazıda gösterdiğimiz hapishanelere daha çok uyan ise 1980’li yılların işkenceleriyle gündem olan Diyarbakır, Mamak ve idamlarla anılan Ulucanlar cezaevleridir. Türkiye’yi bugün de cezaevleri ve muhalif tutuklular yönünden elbette eleştiriyoruz. Ama bunu yaparken asla bir Suriye bir Rusya olmadığından eminiz.
Türkiye, çeşitli darbelerle, müdahalelerle demokrasi kesintisine uğrasa da Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmasa da 100 yıllık medeniyet mücadelesinin, kazanımlarının ekmeğini yemeye devam etmekte. Ama nereye kadar? En temel soru bu.