21 Aralık 2024, Cumartesi

Sonuç kime yarıyor?

Suriye’nin bölünmesine katkı sağlayanlar, taşeronlar ve sömürü devletlerinin ameleleri, şimdi yandaşlara inşaat işleri alarak kandırılabilirler. Görünen köy kılavuz istemez; davası güçlü olanın delile ihtiyacı yoktur. Uzun yıllardır Ortadoğu’da planları olanlar, çıkarlarına hizmet edecek köleleri bulurlar. Kamuoyuna ve kölelere algılarla hatta küçük paylarla aldatıcı vaatlerde bulunurlar. İç işlerde ise hassas konuları ileri sürerek çeşitli pazarlıklar yapabilirler. Örneğin, PKK tehdidi üzerinden bunu sunabilirler. Bu olaylar, zaman zaman gözlemlenebilmektedir. Öcalan’la görüşmeler, zıt görüşlerden gelen ve yadırganacak talepler, Ortadoğu’daki gelişmelerle doğrudan ilişkilidir. Suriye’nin toprak bütünlüğü hakkında sürekli konuşanların zikzakları, olanların ortada olduğunu gösteriyor. Yazık, Suriye felaketinin Türkiye’nin başına gelmeyeceği garantisi var mı?

Şu an sömürü güçleri ve çıkar birliktelikleri, bu süreçten ne alırım derdindeler. Bireyler ve toplumlar, algılarla zaman harcıyorlar. Anomi, toplum ve bireylerin anlam kaybına uğramasıdır. İşte bunu, güçsüzler yaşamaktadır. Aptallar, tehlike başlarına geldiğinde anlarlar; ancak iş işten geçmiştir. Bilgeler ise tehlikeyi gelmeden önce fark eder ve boyutlarına göre tedbir alırlar.

Ülke, akıl, bilim, hukuk, demokrasi ve ahlakın getirdiği uzmanların, liyakatlilerin, muhaliflerin müzakeresiyle doğru yolu bulur ve ülke çıkarına hizmet eder. Şahsi çıkarlarla ülkeyi uşaklığa ve köleliğe götürmek, müzakeresiz keyfiliğe bulaştırmak millete ve ülkeye zulümdür.

Kindi, “Sebebi bilinmeyen acıların şifası olmaz” der. Sebebi, sömürü devletleri bilir; fakat taşeronların elleri mahkum, mecburiyetten bu yoldadır. Aleksandr Parvus, 1905’te Türkiye’ye sığınmış ve devrimci bir figürdür. Yusuf Akçura’nın 1911’de çıkardığı Türk Yurdu dergisinde Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Halide Edip gibi aydınlarla birlikte çalışmıştır. Parvus’un önemli bir sözü vardır: “Türkiye, siyasi esaretten kurtulmak için her şeyden önce ekonomik esaretten kurtulmalıdır” (1915).

İşte tam da bu noktada ekonomik esaret devreye girdiğinde, sömürü devletlerine hizmet etme zorunluluğu ortaya çıkar. Sömürü devletleri, güçsüzlüğü affetmez; seni azla ve entrikalarla avutur, yörüngesinde sürükler. Suriye konusunda özgür düşünmeyi ve fikir yürütmeyi engeller, hür düşünmeye izin vermez. Ekonominin dibe vurduğu, iç barışın yok olduğu ve sosyal barışın bulunmadığı bir ülkede dış gelişmelere duyarlı olmak mümkün müdür? Şu an ülkeyi yönetenler, adeta idama giden mahkûm rolü oynamaktadır. Ölümle, iktidarlarının, şahsi kurtuluşlarının ve yönetimlerinin devamı arasındaki ince çizgide bir oyun sergilenmektedir. “Halep’e bayrak dikildi”, “Süleyman Şah türbesi taşınacak”, “Emirle Emevi Camii’nde namaz kılınacak”, “Sığınmacılar geri gönderilecek” gibi hikayeler, başarısızlığın ve kahramanlık maskesinin örtüsüdür. Rusya ve İran tehlikesinin ne olacağı ise zamanla görülecektir. ABD, İngiltere, İsrail ve çıkar odaklı ülkelerin durumu ortadadır. Yeni göç dalgalarının gelmesi durumunda şaşırmamak gerekir. Ülke, desise pazarına dönmüştür.

Bu iktidar, tek bir aklın hâkimiyetiyle, rehberliğini ve özgür düşünme yeteneğini kaybetmiştir. Asıl beka sorunu budur. Uyanmak, bunları düşünmek ve tehlikenin büyüklüğüne göre tedbir almakla mümkün olacaktır. Tek ve sınırlı bir yandaş aklın değil, çoklu akıl ve uzmanların, liyakatli siyasetçilerin, muhalefet kesimlerinin, diplomatların ve düşünürlerin katkısıyla, TBMM rehberliğinde bir çözüm bulunabilir. Ancak bu anlayış, mevcut iktidar tarafından yok edilmiştir. Seçkin kadroların yok olduğu bir ülkede başarılı bir dış siyaset yürütmek mümkün müdür? Bilgili olanlar devlet yönetimini güçlü kılar. Yalakaların, yağcıların ve aklını kullanmayanların yönetime katkısı olamaz. Duygusallıkla ve hislerle ülke çıkarları korunamaz. Rasyonel, bilgiye dayalı düşünme ve eylemlerle ülke dış tehditlerden korunur.

Köşe Yazıları

tümü

Gündem