Dünya basın özgürlüğü endeksinde 180 ülke sıralamasında maalesef 158. Olduk. Bu ülkemiz açısından çok üzücü, iktidarlar açısından da galiba çok sevindirici bir sonuçtur. Zaman zaman bana sözlü ve sosyal medya kanallarından “sen özgür değil misin, bak istediğini yazıyor, istediğin gibi iktidarı eleştirebiliyorsun” diye sitem dolu serzenişte bulunulmaktadır. Ben özgür olmadığımı, bildiğim gerçekleri özgürce yazamadığımı hiçbir zaman söylemedim. İstediğimi de yazıyor, istediğim gibi de yorum yapabildiğimi sıklıkla söylüyorum. Beni doğrulayan araştırma raporu bile mevcut. Her yıl yapılan “dünya basın özgürlüğü endeksi” var. Basın özgürlüğü sıralamasında son numarada olmayışımızın sebebi Metin Çınar ve iktidara bebek katiline “umut hakkı” sorusunu soranların varlığıdır. Özgür olmayanlar, iktidara yakın duran, iktidar uçağına binenlerdir. Onlar, istediğini soramaz, istediğini yazamaz, istediği gibi yayın yapamazlar. Bunların varlığı bizi sıralamada 158. Yapmaktadır. “Sıkıysa” bunlar gereği gibi sorsun, yazsın ve yayın yapsınlar? Bunlar “sıkıysa” biz özgürüz değiliz desinler, basınımızın durumu “kötü” desinler? Diyemezler! Çünkü “macha-dairing”ları yemez.
Uçaktakiler
Gazeteciler için Cumhurbaşkanının uçağında fotoğraf vermek önemli bir prestij oldu. Mesleklerinin gereğini yapmak yerine, yanlı tabir edilen ve kamu kaynaklarından sürekliliğini sağlayan medya kuruluşlarının temsilcileri (ki havuz medya diye anılan) Cumhurbaşkanına soru sormaktan ziyade, yapılan açıklamayı hemen hemen hepsi aynı başlığı kullanarak iktidarın emrini yerine getirmeyi bir usul haline getirdiler. Soru sorma ve yapılanları, yapılmayanları eleştirebilecek gerçek gazeteci arkadaşlarda maalesef uçağa alınmamaktadır. Zaten uçağa binecekler listesi Külliye’de önceden ödül mahiyetinde hazırlanmaktadır. Gazeteciliği bir meslek olarak ele aldığımızda, “doğru bilgilenme/bilgilendirme, denge ve denetleme” olarak demokrasi adına faydalanamamaktayız.
İyi ki varız
TBMM’si AK Parti haftalık grup toplantısı çıkışında bir tv kanalı muhabiri tüm koruma kalkanlarını geçerek Erdoğan’a soruyor; “Sayın Cumhurbaşkanım, MHP lideri Devlet Bahçeli terörist başı için umut hakkından bahsetti. Meclis’te konuşsun dedi. Böyle bir şey söz konusu olur mu?” Erdoğan soruyu iyice dinledi, yanındakine ne sorulduğunu sordu, zaman kazanıp yürüdüğü yolu iki eliyle işaret ederek “şöyle açılalım” dedi ve cevap vermeden yürüdü gitti.
Uçaktakiler ve yerdeki gazeteciler. Ayağı yere sağlam basan gerçek gazeteciler ve uçmayı maharet zannedip bu değirmenin kamusal suyunun ömrü boyunca devam edeceğini zanneden “müsvedde gazeteciler.” Mesleğin harbileri ve yüz karaları olarak demokratik gönüllerde dün olduğu gibi bugün de yerlerinizi alacaksınız. Şüpheniz olmasın!
Dördüncü kuvvet: Özgür basın
Erdoğan’a soru sorabilme cesareti gösterebilen gazetecilerin oranı maalesef çok az sayıdadır. Her 100 gazeteciden 10’u iktidarı eleştirebilen gerçek meslek sahibi, her 100 basın kuruluşundan 90’ı da yanlı ve meslek etiğinden uzak basın kuruluşlarıdır. Erdoğan’ın “Abdulkadir Selvi, artık köşenden gereğini yaparsın, Ahmet Hakan yapıyor” diye gereğini yapanlar, Türkiye’nin sıralamadaki yerini almasında büyük katkı sağlamışlardır.
Türkiye’de 24 Temmuz, 116 yıldır “Basın Bayramı” ya da “Basın Özgürlüğü için Mücadele Günü” olarak kutlanır. 116 yılın ardından Türkiye, basın özgürlüğünü savunan Fransa merkezli uluslararası sivil toplum kuruluşu olan Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (Reporters sans frontieres – RSF) 2024 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında Filistin’in bir basamak altında, 158. sırada yer aldı. Endekste en üst sırada Norveç bulunurken, 180. ve en son sırada Doğu Afrika ülkesi Eritre, 179. sırada ise Suriye yer aldı.
Demokrasinin tam olarak işleyebilmesi ve medyanın buna katkı sağlayabilmesi için öncelikle medyanın kendisinin demokratikleşmesi, özgür medya haline gelmesi gerekmektedir. Demokrasinin olmazsa olmazında kabul edilen “güçler ayrılığı ilkesi” içinde yasama, yargı, yürütmeden sonra gelen ve dördüncü kuvvet diyebildiğimiz bağımsız medya ve güçlü sivil toplum örgütleridir. Medya ahlakı bireysel ahlaktan asla ayrı düşünülemeyeceği de bir gerçektir.
Eşekten emsal olur mu? (fıkra)
Bir kamyonun Çarpmasıyla yaralanmış olan çiftçi Köylü amca kazadan sorumlu tuttuğu taşıma şirketine dava açıyor. Mahkeme salonunda şirketin avukatı ile Mehmet Amca karşı karşıyalar, ve Avukat soruyor : – Ama siz kazadan sonra gelen polis memuruna “ben çok iyiyim” demediniz mi? Köylü amca anlatayım ağam der: Ben bizim eşeği gasabada satışa götürmek üzere gamyonetime bindirmiştim ki.. Avukat: – Bırakın ayrıntıları Köylü amca, siz sadece soruma yanıt verin: Siz, kazadan hemen sonra gelen Polis memuruna “ben çok iyiyim” dediniz mi, demediniz mi? – İşte anlatıyom ya Avukat bey; eşeği gamyonete yüklemiş, yola çıkmıştım ki… Avukat tekrar köylünün sözünü kesti ve Hakime dönerek: – Sayın hakim, size olayın tam olarak nasıl gerçekleştiğini davacının kendi ifadesi ile almaya çalışıyorum ama, soruma yanıt vermiyor. Bu bey, kazadan hemen sonra olay yerine ulaşan polis memuruna ifadesinde “çok iyi” olduğunu söylemiş. Kayıtlara geçmiş. Şimdi, aradan kaç hafta sonra müvekkilime dava açıyor. Ben bu davada, bu şahsın mahkemeyi yanıltmaya çalıştığına inanıyorum. Lütfen, sadece soruya yanıt vermesini söyler misiniz? Hakim çiftçinin hikayesiyle ilgilenir gibiydi: – Eşek hakkında söyleyeceklerini merak ettim aslında; Bırakalım da anlatsın…. Köylü Hakime teşekkür ederek devam etti: – İşte dediğim gibi, sayın Hakimim, tam eşeğimi gamyonetime bindirmiş şehre doğru gidiyodum ki bu şirkete ait gucuman bi kamyon, “DUR” tabelasına aldırmadan üzerime sürdü ve bize çarptı. Ben yolun bi yanına fırladım, Garagaçan bi yana… Nasıl kötüyüm, nasıl kötü, anlatamam… Gıpırdanamıyom sancıdan… öte yanda Garagaçan bir anırıyo, bir anırıyokine, ortalık inliyo. Derkene bi pulis memuru geliveedi, Garagaçanın sesini duymasile önce ona dooru getti, eğildi, bahtı, tabancasına davrandı, alnının göbeenden Garagaçanımı urmasın mı? Soonacııma, yolun garşı tarafına geçti, bana dooru geldi, dedikine: – Eşeğin hali berbattı, vurmak zorunda galdım, “sen nassın ?” dedi…hadi erkeğisen kötüyüm de…
Siz de mi kandırılıyorsunuz?
Onlar da yiğitse, kötüyüm desinler? Diyemezler. Bir taraftan patron, bir taraftan kamusal güç, bir taraftan uçakta foto verememek, bir taraftan işsiz kalmak…. Eminim bir iktidar değişiminde, tam demokrasiye geçmiş bir Türkiye ortamında bu arkadaşlar koro halinde “korktuk, kandırıldık, mecburduk” diye bağıracak, meslek etiğinden bahsedeceklerdir. Biz de “sizin meslek etiğinize tüküreyim” mi dememiz gerekecek?