Bundan önceki yazılarda da “ÖNCE İNSAN” üst başlığı altında, insanın inşasında vicdan, vicdan ve rehberlik(1), insanda vicdan(2) yazıları ile vicdan ve vicdan döngüsünü incelemiş, sağlıklı bir vicdanın teşekkülü için onun ihtiyaç duyduğu rehberlikten bahsedilmiş, daha sonra da insan ve vicdan ilişkilerine değinilmişti. Bu yazımızda sık sık vurgularla hakemliğine başvurulan, bazen de duyarsızlığından şikayet edilen “kamu vicdanı” konusu işlenecektir. Ülkemizde sağlıklı bir sivil toplumun ve bu sivil toplumda kamu vicdanının öneminden, nasıl teşekkül etmesi gerektiğinden ve teşekkül etmesi önündeki engellerden söz edeceğiz.
Türkiye’de sivil toplum, hak, hukuk, adalet, temel haklar, kadın ve çocuk ve hayvan hakları ve çevrecilik gibi evrensel değerler kapsamında ülkede ve dünyada yaşanan problemlere, gelişmiş ülkeler sivil toplumları gibi tepkiler ver-e-mediği görülmektedir. Dolayısıyla sağlıklı bir sivil toplum ve kamu vicdanının bulunmadığı ortadadır. Bu durum, aynı zamanda birçok kişinin ve bilim insanlarının da zaman zaman dile getirdiği çok yerinde tespitlerdendir.
Milletin bu tepkisizliğinin geri planında, bir toplumu ayakta tutan ve sağlıklı bir sosyolojiyi oluşturacak değerler hiyerarşisinde yaşanılan kaos ve kargaşa ile bireylerin bilgi ve bilincinde ortak payda niteliğinde olması gereken evrensel değerlerin bu güne kadar yeterli derecede yer almaması vardır. Böyle bir negatif sonuçta, evrensel temel değerleri önemsizleştiren anlayışların çeşitli iç dinamikler tarafından topluma empoze edilmesi ile devlet sistematiğinin de bu durumu destekleyen yapısal tutum ve politikaları da etkili olmaktadır.
Ülkemizde, yukarıda sözü edilen adalet merkezli evrensel değerler yeterince yer etmeyince, sivil toplumda ve devlet aygıtında boş kalan bu alan, kötü niyetliler tarafından suiistimal edilmesi çok daha kolay olan vatan, millet, bayrak, din, inanç, ezan gibi hamasi duygular adaletin yerine ikame edilmeye çalışılmakta, dolayısıyla adalet de ötelenmektedir. Hamaset söylemlerinin en etkili malzemesi olarak görülen bu duygular uzun süredir iç düşman kapsamında farklı sosyolojileri “beriki veya öteki” yapma, yani içerde birbirine düşman sosyolojiler oluşturmada, dış ilişkilerde ise rasyonel olmayan politikalara hamasetle “milli” değerler atfedilerek ve aynı zamanda bu hamaset iç politikada da kullanılarak yapılmaktadır.
Ayrıca, ülkenin potansiyelinin doğal süreçlerle açığa çıkan, özellikle savunma sanayi alanında üretilen araçlardaki göreceli başarıların, evrensel değerler ve temel haklar kapsamında çok bariz görülen eksikliklerin üzerini örtmek için de kullanıldığı görülmektedir. Yaşanan derin mali ve ekonomik krize veya uluslararası rekabette geri kalmışlık durumuna karşı “bizim Allah’ımız var” gibi, inanç değerleri ile cevap verilmeye çalışılması ve bu cevapların toplumdan da belli bir ölçüde karşılık bulması, inanca ait değerlerin çok bariz suiistimal edildiğine dair ilginç bir vakıalar olarak maalesef ülkemizde yaşanmaktadır.
Oysa, ister milli ister dini değerler olsun, isterse iç işleri ve dış işleri yönetimi alanında olsun, bu hususlarda adalet, hak, hukuk gibi evrensel bazlı değerler öncelikli olarak işin ve ilişkilerin merkezinde yer alırsa uzun vadeli ve stratejik düzeyde anlamlı bir anlayış ve politikalar sergilenmiş olunacaktır. Evrensel kaidelerinden koparılmış ikincil, üçüncül değerlerin birincil değer olarak öne çıkarılmasının bu ülkenin ne insanlarına ne toplumuna ne de devletine bir faydası olmadığı gibi çok zararları olacaktır. Bu durum zaten gayri meşru illegal mafya vari çıkar çevrelerinin toplum yapısında ve devlet sistematiğinde oluşan adalet ve hukuksal alandaki boşlukları suiistimal ederek sömürü düzenlerini sürdürmelerine yaramaktadır.
Türk toplumu önemli bir oranda İslam ve İslam’a kültür ve söylemler! ile dini cemaat, tarikat, dergah gibi yapıların etkisi altındadır. Buralarda doğru İslam’ın, yani içinde hak hukuk, ahlak, adalet, merhamet, vicdan, iman, itikat.. haram helal ve diğer bilgi ve değerlerin tam anlamıyla bulunmadığına ve bu temel değerlere hassasiyet gösterilmediğine dair ciddi şüpheler ve tespitler vardır. Hakeza milliyetçi ve ulusalcı seküler sosyolojiler içinde durum aynıdır. Yine aynı şekilde, Türkiye’nin son yüzyılına damgasını vuran Atatürk adına inşa edilmeye çalışılan Atatürkçülük ve Kemalizm ideolojilerinin içeriğinin de evrensel nitelikte bilgi ve değerlerden yoksun olduğu görülmektedir. Tüm bu anlayışları kurgulayan, yöneten ve yönlendiren üst kadrolar, bu anlayışların içine evrensel nitelikte bir adalet ve hukuk anlayışı koymadan ve bu meyanda bir yönetim önermelerinde bulun-a-madan, bir İslamcılık, bir millilik, bir milliyetçilik, bir ulusalcılık iddiasında bulunma garabetine düşmektedirler.
Türkiye’de sosyolojiler üzerinden yaşanan bölünmüşlük, gelişmiş normal toplum standartlarına göre kabul edilebilirliğin çok üstündedir. Böyle bir durum başta tek tek tüm fertlere, sonra sosyolojilere, dolayısıyla Türkiye’ye zarar verecek boyutlara varmış durumdadır. Yani toplumdaki bölünmüşlük ve sosyal dokudaki zayıflık ve zafiyet hali hazırda ulusal lider! ve kuruluşların kontrolünde ve kullanma inisiyatifi içinde bulunuyor gibi gözükse de, uzun vadede ve stratejik seviyede çok yanıltıcı ve telafisi imkansız bir boyut kazanabilir. Sakınılması gereken bu zafiyet hali, uluslararası büyük güçlerin dikkatinden de kaçmayacak, ülkemiz operasyon yapılabilecek uygun bir devlet ve uygun bir millet durumuna düşebilecektir.
Milletin ve devletin geleceği sağlam bir zemin üzerine inşa edilmek veya sağlam bir zemin üzerine taşınmak isteniyorsa, öncelikle ve önemle kamu vicdanının toplumda yer etmesi için bireylerin bu anlamda güçlendirilmesi yani evrensel değerlerle güçlendirilmesi gerekir. Bu amaçla, aile eğitimi ve aile içinde başlayacak şekilde, çocuklara küçük yaşlardan itibaren davranışlarına yansıyacak şekilde temel değerler kreş, anaokulu, ilköğretim, orta öğretim ve lisans eğitim programlarında uygulamalı olarak verilmelidir. Bu eğitim ve anlayışlar kamusal alanlarda çeşitli görsellerle desteklenmelidir. Ancak o zaman yani evrensel değerlerle donanmış, nitelikli ve vicdanlı bireylerin oluşturduğu toplumlarda kamu vicdanının varlığından söz edilebilir.
Yapısal olarak, elbette devlet ve kurumlar merkezinde adalet olmak üzere evrensel değerler bakış açısıyla yönetilmelidir. Bu yapısal durum, sivil toplumun güçlenmesini ve kamu vicdanının oluşmasını destekleyecektir. Sağlıklı bir kamu vicdanı ve sağlıklı bir sivil toplumun varlığı ise devletin evrensel nitelikte idamesini ve güçlenmesini sağlayacaktır. Böylece, nitelikli bir sivil toplum ile devlet aygıtı arasında birbirini destekleyen evrensel değerler bazlı döngü sistemi kurulmuş olunacaktır.